DEVLET ADAMLARI PEYGAMBER YA DA EVLİYA DEĞİLDİR (19.6.2018 Yeni Çağrı)

Yazdır

Geçen haftaki yazımda Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na üye 193 devlet içinde, en sıhhatli sıralama kriteri olan cari fiyatlarla yani nominal Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) büyüklüğü bakımından ilk 20 devletin hükûmet başkanlarını, yaşlarına ve devlet yönetimindeki tecrübelerine göre incelemiş ve makalemi şöyle bitirmiştim:

“Liste incelendiğinde en genç hükûmet başkanının 40 yaşındaki Macron, en yaşlı olanın ise 82 yaşındaki Kral Selman bin Abdülaziz olduğu görülür. Erdoğan 64 yaşındadır. Hükûmet başkanlığı süresi bakımından ise bu 20 lider arasında Putin’in ardından Erdoğan gelmektedir. Onları, hükûmet başkanlığında 13. senesini süren Merkel takip etmektedir.

Devlet yönetiminde böyle bir tecrübeyi, kişisel çıkarlar veya partizanca düşüncelerle gözden çıkarmayı düşünmek, her şeyden önce akla aykırıdır. Şunu unutmamalıdır ki tamamen kusursuz lider bulmak imkânsızdır. 15 yıldır gözümüzün önünde olan ve ne yapıp ne yapmadığını bildiğimiz, her türlü badireden geçmiş, dünyanın en tecrübeli bir liderine bu defa tam yetkiyle görev vermek dururken sonu belirsiz bir maceraya atılmak, herhâlde en son düşünülecek hareket tarzı olmalıdır.”

Değerli bir büyüğüm bu yazımda “Toptancı bir değerlendirme yaptığımı, buna şaşırdığını, iyileri tek tek yazıp hataları toptan geçiştirdiğimi, fayda/maliyet hesaplarına hiç temas etmediğimi ve bunun bir nakisa olduğunu, parayı sadece yazısının para yapmadığını, turasına da bakılmasının faydalı olacağını” bildirerek Mehmet Şevket Eygi’nin Millî Gazete’deki 15.6.2018 tarihli ‘Bayramda Manzara’ isimli yazısına bakılmasını tavsiye eden bir mail gönderdi.

SADECE TECRÜBE HARİTASI ÇIKARDIM

Bu tenkit üzerine doğrusu ben de şaşırdım. Çünkü yazımda irdelediğim yegâne husus, Dünya Bankası’nın yaptığı bir listedeki ilk 20 devletin hükûmet başkanlarının, devlet yönetimindeki tecrübeleri idi. Ayrıca “Bu demek değildir ki bu süre içinde hiç hata yapılmadı. Ama değerlendirme yapılırken nihai kararı, doğruların yanlışlardan fazla olup olmadığına bakarak vermelidir.” diyerek bazı konularda hata yapıldığını zaten ima etmiştim. Bu hataların bir kısmını Erdoğan da kabul ediyor ve çeşitli platformlarda açık açık söylüyor. FETÖ’cülere aldanması ve eğitimin bir türlü düzene girmemesi gibi.

Kanaatime göre özellikle yönetimde, tecrübenin önemini inkâr edemeyiz. Yani tecrübe, devlet yönetiminde kesinlikle artı bir değerdir. Yoksa devlet adamları haşa ne peygamberdir ne de evliyadır. Hata yapmışlardır ve yapacaklardır. Milyonlarca insanı barındıran bir ülkeyi idare ederken çoğu zaman hem kendi hataları hem de emrindeki diğer yöneticilerin hataları sebebiyle yanlışa düşebilirler. Çevresini saran kötü niyetli, riyakâr insanlar tarafından yanıltılabilirler. Bu hususlar tarih boyunca vuku bulmuş olup bundan sonra da vuku bulacaktır. Esas olan hataların en aza indirilebilmesidir. Sıfır hata, insan için mümkün değildir. İşte benim önceki yazımda yaptığım şey, tecrübesi çok olanın daha az hata yapacağını söylemek, dolayısıyla tercih edilmesinin daha mantıklı olacağını bildirmektir.

ŞEVKET EYGİ NE DİYOR?

Şevket Eygi büyüğümüzü 1975’ten beri tanırım ve yazılarını takip ederim. Yukarıda bahsedilen son yazısında yazdıklarını, yıllardan beri belki yüzüncü defa yazmıştır. Saydıkları genel temenniler olup hükûmetle doğrudan bir alakası yoktur.

Mesela “Türkiye’miz bir Müslüman ülkedir ama bir İslam ülkesi olmaktan çıkmıştır.” diyor. Türkiye’miz onun kastettiği manada Osmanlı yıkıldığından beri, hatta 1908’den beri İslam ülkesi değildir.

“En büyük kaybımız beş vakit namaz kılanların yüzde ona (belki de altına) düşmüş olmasıdır. Bir İslam toplumu namazı yitirirse yıkılır.” diyor. 81 milyona dayanan nüfusumuzdan 15 ve daha üzeri yaştaki 61 milyon yetişkinin tamamını bu bakımdan nasıl kategorize ettiğini ve namaz kılanların sayısının %10’un altına düştüğünü nasıl bulduğunu bilmiyorum. Tam aksine namaz kılanların sayısının eskiye göre arttığı kanaatindeyim.

“Bu sene de mübarek Ramazan’da her yerde açıkça yenildi içildi. İslam’a, Müslümanlara saygı gösterilmedi.” diyor. 60 yaşımı geçtim. Oruç yenmeyen bir Ramazan ve oruç yemeyi yasaklayan bir hükûmet hatırlamıyorum.

“İslam ahlakından uzaklaşmış durumdayız. Toplumu azgınlıklar (fuhşiyyat) sarmıştır. Bunun sonu iyi olmaz. Bazı büyük gazeteler ve TV’ler çok rezil müstehcen yayın yapıyor, zayıf iradelileri azdırıyor, bir yığın tacize, tecavüze, cinayete sebep oluyor.” diyor. Önceki zamanlarda, mesela 1970’lerde fuhşiyyat daha çoktu. Aksine AKParti hükûmetlerinin fuhşiyyatla mücadelesi, muhaliflerinin en fazla tenkit ettikleri hususlardandır.

“Türkiye’nin uluslararası şeffaflık ve temizlik notu çok düşüktür. (100 üzerinden 41). Bu notla ayakta duramayız.” diyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü, bazı anketleri esas alarak oluşturduğu listede ABD’yi, İsrail’i, Almanya’yı bu bakımdan en temiz ülkeler olarak belirtmektedir. İki yüzlü, çifte standartlı, bir insan Müslümansa, onun hayatına evinde beslediği kedisi, köpeği kadar değer vermeyen ülkeleri öne çıkaran bu örgüte neden güveneyim?

“Şifahî kültür yozluğu ve güdüklüğü ortalığı kasıp kavuruyor. Millî kimlik ve kültürümüz erozyona uğruyor.” diyor. Şahsen ben millî kimliğin canlandırılması için eskiye göre daha fazla gayret gösterildiği kanaatindeyim.

“Cep telefonu kitlesel bir bela ve afet haline gelmiş, milyonlarca insanımızın akıl ve beden sağlığını tehdit etmektedir.” diyor. Doğru ben de bu durumdan şikayetçiyim. Ama dünya üzerinde cep telefonunu yasaklayan bir ülke bilmiyorum.

Velhasıl Eygi büyüğümüzün yazdığı maddeler bu minvalde uzayıp gidiyor. Bir fikir sahibi olmanız bakımından bir kısmını aktardım. Fark edeceğiniz gibi şikâyet ettiği hususların büyük bölümü devletle değil kişilerle ilgilidir.

EN BÜYÜK İCRAAT: DİNDARLARA HÜRRİYET

Kilometrelerce uzunlukta duble yollar, köprüler, metrolar, hava alanları, millî silahlar, hastaneler, üniversiteler tabi ki güzel hizmetlerdir. Ancak Erdoğan hükûmetlerinin benim nazarımdaki en büyük icraatı, aslında Anayasa ile güvence altına alınan ama hep sözde kalan ve gerçek manada uygulanmayan “vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyeti ile düşünce ve kanaatlerini yayma hürriyeti”ni hayata geçirmesidir.

Şu anda şükürler olsun, dinimizi yaşamanın ve yaymanın önünde hiçbir engel kalmamıştır. Bütün devlet dairelerinde, okullarda namaz kılacak yer vardır. Liselere, üniversitelere baş örtüsü ile girilebilmektedir. Memurlar baş örtüsü ile görev yapabilmektedir. Velhasıl Müslümanlığını yaşamak isteyenlere öz yurdunda böcek muamelesi yapılan dönemlerden bu günlere gelinmiştir.

Bu konuda kimse beni ikna etmeye kalkışmasın. 1998 yılında, yarbay olacağım sene ordudan atılma endişesiyle emekliliğimi istedim. Suçum, görevimdeki herhangi bir eksikliğim değildi. Aksine meslek hayatı hep başarılarla dolu bir subaydım. O sırada çok önemli bir askerî fabrikanın teknik müdürüydüm. Tek kusurum eşimin başını örtmesiydi. Bu ise o zaman için çok büyük bir suçtu. Ordudan Şura kararıyla bu şekilde ihraç edilenlere yargı yolu da kapalıydı. Ordudan sırf bu sebeple atılanlar, hiçbir devlet dairesinde, belediyede görev alamayacağı gibi özel sektöre, holdinglere bile listeler gönderiliyor, “Biz bu kişileri ordudan ihraç ettik. Siz de şirketlerinizde zinhar iş vermeyin.” diye talimat veriliyordu. Yani bakmakla yükümlü oldukları eşi ve çocukları ile birlikte bir anlamda ölüme mahkûm ediliyorlardı.

BAŞI ÖRTÜLÜLER ARABİSTAN’A GİTSİN!

Devletin Cumhurbaşkanı bile “Başı örtülüler Suudi Arabistan’a gitsinler!” diyordu. Devletin Başbakanı Meclis’teki yemin törenine başı örtülü olarak gelen milletvekilini, Meclis kürsüsünden “Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Bu hanıma haddini bildiriniz!” diyerek dışarı attırıyordu. Kız öğrenciler üniversitelerde, ikna odalarında manevi işkenceye tabi tutuluyor, mezuniyet törenlerinde aşağılanıyor, tartaklanıyor ve okul birincisi olsalar bile salondan çıkarılıyorlardı. Askerlerimizin başı örtülü anaları, oğullarının yemin törenlerine alınmıyordu.

O dönemde medyanın büyük bölümü bu yapılanlara alkış tutuyor, inancını yaşamak isteyenlere her taraftan müthiş bir baskı uygulanıyordu. Şu anda hürriyet ve demokrasi havarisi kesilenler, o zamanlar ölü taklidi yapıyor, dolayısıyla yapılan bu zulmü zımnen de olsa destekliyorlardı. Bu zulüm çok değil daha 15 sene öncesine kadar yapıldığı gibi Erdoğan döneminin belli döneminde bile tamamen kırılamadı, devam etti. İnsanımız çok acı çekti. 

Dindar insanlarımızın şu anda elde ettiği bu hürriyet, paha biçilmeyecek kıymettedir. O sebeple bu nimetin kıymetini bilmeli, ele geçmesinde gayreti bulunanları takdir etme erdemini göstermelidir. Yakın ve uzak tarihimizdeki örnekleri düşünerek hataya düşmemelidir.

 Bu makale, 19 Haziran 2018 tarihli Yeni Çağrı Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

https://www.yenicagri.com/wp-content/uploads/2018/06/yeni-cagri-gazetesi-19-haziran-2018-sali-tarihli-gazete-sayfalari-6.jpg

Yorumunuzu yazın...

    Friday the 29th. Telif Hakkı © 2012 http://www.ibrahimpazan.com Her hakkı saklıdır.
    Copyright 2012

    ©