BİR GÖNÜL İNSANI, MUSTAFA NECATİ ÖZFATURA’YI KAYBETTİK (19.2.2019 Yeni Çağrı)

Yazdır

Sevdiğiniz bazı insanları ebedi âleme uğurladığınızda -belli bir yaşı da aşmışsanız- ölüm insana hiç de ürkütücü gelmiyor. Hatta böyle anlardaki ruh hâli içinde, sevdiklerinize tekrar kavuşmanızın önündeki tek engelin ölüm olduğunu fark ediyorsunuz.

Bu duyguyu en son, kıymetli büyüğüm Enver Ören’i 22 Şubat 2013 günü kaybettiğimizde derinden hissetmiştim. Ardından 1972-75 arası Bursa Erkek Lisesinde okurken bana kol kanat geren büyüklerim İsmail Saim Şensöz’ün 9 Eylül 2013’te, Nihat Altıkardeş’in 31 Mart 2014’teki vefatlarında ölümü yine böyle anlamış, böyle görmüştüm.

İşte geçen hafta, 12 Şubat 2019 günü kaybettiğimiz Mustafa Necati Özfatura Ağabeyi ertesi gün ikindi vakti sevdiklerinin yanına uğurlarken yine bu duygular içindeydim. Eyüp Sultan Camii’nde, büyük kalabalığın arasında cenaze namazını kılarken ve hiç kesilmeden yağan bereketli yağmur altında, mihmandâr-ı Resûlullah, hazreti Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerine 100 metre mesafedeki mezarına toprak atarken ölüm bana yine böyle çok sevimli geldi. Anlaşılan zamanını ancak cenabı Hakk’ın bildiği o son nefese kadar bu duyguyu sıkça yaşayacağım. Farsça bir beyitte

Sevdiklerimin ayrılığından göğsümde ruhum kan ağlıyor

Birlikte oturduklarımın hasreti kemiklerimin iliğini yakıyor

denildiği gibi sıra bana gelene kadar bu hicran ateşiyle çaresiz bir müddet daha yanacağım. Bütün tesellim benim ardımdan da bu duyguyu yaşayacak dostlarımın ve arkadaşlarımın var olması. Cenabı Hak hepimizin ahir ve akıbetini hayreylesin.

MUSTAFA NECATİ ABİM

Bursa’da, lise birinci sınıf öğrencisi olduğum sırada 1973’te tanıştığım Mustafa Necati Abi ile hemşehri de olduğumuz için ayrı bir yakınlığım vardı. O da benim gibi ama benden 28 sene önce, 1930 yılında Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde doğmuştu. Ailesi Selanik şehrinin 50 kilometre kadar kuzeybatısındaki Vardar Yenicesi’ndendi. Dedesinin dedesi, Kastamonu Tosya doğumlu Yarbay Mustafa Bey vaktiyle oraya vazifeli olarak gitmişti.

Merhum Necati Abi’nin dedesi diğer Mustafa Bey, Sultan Abdülhamid Han devrinde senelerce Yıldız Sarayı’nda Mabeyn katipliği yapmış, Balkan Harbi’nde şehit düşmüştü.

Babaannesi 1880 Yenice-i Vardar doğumlu Ayşe Molla idi. Bizim kasabada çocuklara Kur’an-ı Kerim öğreten, hafızlık çalıştıran mahalle hocalarına o yıllarda molla derlerdi. Mesela rahmetli annem Hafız Kıymet Hanım’ın hocası da aynı kasabadaki Fatma Molla idi. Bu mübarek kadınlar, sanki büyük bir suç işlemişler gibi yaşlı başlı hâlleriyle sık sık karakola çekilirler, ama bu ulvi vazifelerinden de asla vazgeçmezlerdi. Mustafa Necati Abi hastaneye kaldırılmadan önceki son karşılaştığımda bana “Ayşe Molla, Fatma Molla” diyerek gülümsemişti.

GÜZİDE BİR SUBAY

Necati Abi’nin babası Ahmet Özfatura, babasının şehadeti üzerine çocuk yaşta yetim kalmıştı. Muhacirliğin zorluklarıyla savaşmıştı. Zengin biri değildi, ama çocuklarının tahsiline önem vermişti. 1940’lı, 50’li yılların o zor şartlarında üç oğlunu da ilkokula, ortaokula göndermişti. O yıllarda ilçede lise yoktu.

Kardeşlerin en büyüğü Mustafa Necati Özfatura 1945’te Bursa Işıklar Askeri Lisesine kaydoldu. 1950’de Kara Harp Okulunu bitirerek subay çıktı. 12 yıl Kara Kuvvetlerinin çeşitli birliklerinde topçu subayı olarak görev aldıktan sonra ABD’nin Texas eyaletinin El Paso şehrindeki Fort Bliss Hava Savunma Okulunda açılan Hava Savunma Füze Kursuna gönderildi. Akabinde Hava Kuvvetlerine geçen Özfatura füze subayı olarak çok başarılı hizmetler verdi. İstanbul Alemdağ’daki 15. Füze Üs Komutanlığı, 3. Füze Filosunda Harekât ve Eğitim Subayı iken art arda üç NATO denetlemesinde birinci oldu.

ESKİŞEHİR YILLARI

1970’te Eskişehir’e tayin olan merhum Özfatura’yı, çok sevdiği askerlik mesleğinden koparacak zorlu yıllar bekliyordu. 12 Mart 1971 günü Genel Kurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanının imzasıyla verilen muhtıranın akabinde Başbakan Süleyman Demirel istifa edince hükûmet düşmüştü. “Ordu görevini yapmıştır.” diyen Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, yeni hükûmeti kurma görevini, zamanın ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa ettirilerek tarafsız (!) hâle getirilen Kocaeli Milletvekili Nihat Erim’e vermişti. Akabinde 26 Nisan 1971’de 11 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş, 1. Taktik Hava Kuvvet ve Eskişehir Sıkıyönetim Komutanı Hava Korgeneral İrfan Özaydınlı fırsattan istifade dindarlara amansız bir savaş açmıştı. Eskişehir’de sivil halkın takke ve bere giymesini bile yayınladığı bir bildiri ile yasaklamıştı.

Yarbay Özfatura’nın mesleğinde fevkalade başarılı olması onu hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Çünkü Özfatura’nın çok büyük suçları vardı. Dindardı, namaz kılıyordu, içki içmiyordu, dahası hanımının başı örtülüydü. Bu suçlarının bedeli ödetilmeliydi.

Verilen talimatla önce sicili ile oynandı. İlk amiri “Efendim bu subay üç kişinin işini yapıyor…” diyerek isteneni yapmadı. Onun izinli olduğu bir gün ikinci sicil amiri her iki sicil defterini istendiği gibi doldurdu. Kendisine yöneltilen suçlardan birisi de birliğindeki mescitte, hafız bir erin arkasında namaz kılmasıydı. “Askerlik şerefiyle bağdaşmayan böyle bir fiili işlediği” gerekçesiyle ordudan ihraç edildi.

Merhum Özfatura’nın, uğradığı bu haksızlık karşısında giriştiği hukuk mücadelesine geçmeden şu notu da aktaralım. Yıllar sonra Org. Özaydınlı, 1976’da Lockheed rüşvet soruşturması nedeniyle istifa eden Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Emin Alpkaya’nın yerine bu görevin kendisine verileceğini umuyordu. Ancak Süleyman Demirel başkanlığındaki hükûmet bu atamayı yapmadı. Bunun üzerine Özaydınlı 1977 Nisan’ında orgenerallikteki süresi dolmadan istifa etti. 5 Haziran 1977 seçimlerinde CHP’den Balıkesir milletvekili seçildi. 1978 başında kurulan Bülent Ecevit hükûmetinde bir yıl İçişleri Bakanlığı yaptı.

HUKUK SAVAŞI VE KÖŞE YAZARLIĞI

Merhum Özfatura bu zorbalıklara pabuç bırakacak mizaçta değildi. Ordudan ihraç edilince konuyu mahkemeye götürdü. Mahkeme sürerken Türkiye Gazetesinin sahibi merhum Enver Ören “Gel gazetemizde köşe yazarı ol. Ancak sana müstakil bir oda, hatta bir sandalye bile verecek durumda değiliz. Boş bulduğun yere otur ve yazını yaz.” dedi. İlk yazısı “Türkiye’nin Jeopolitik Durumu” başlığıyla 13 Ağustos 1974’te Mustafa Necati ismiyle yayınlandı. Köşesinin adı “Politika” idi. Daha sonra “Dış Politika” oldu. Mustafa Ahmedoğlu, Mustafa Necati Ahmedoğlu ve nihayet Mustafa Necati Özfatura ismini kullandı. Ayrıca ilk yıllarda “İç Politika” ve “Tenbih” köşelerinde Mustafa Necati, Mahmut İrfan Öz gibi isimler altında bazen günde iki hatta üç yazı yazdı. Özellikle dış politika konusunda çok isabetli tahliller yapar insanı şaşırtan sonuçlara varırdı. Mesela Sovyetler Birliği’nin dağılacağını ve Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarına kavuşacağını 10 sene öncesinden öngördü ve köşesinde yazdı. Sağlığının çok kötüleştiği son aylarına kadar kalemi elinden bırakmadı. 88 yaşına kadar 45 sene boyunca kaleme aldığı 20 bine yakın makale yazdı.

Mustafa Necati Abi ordudan ihracıyla ilgili açtığı davayı yıllar sonra kazandı. Albay rütbesiyle görevine iade edildi. Bu Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde bir ilk idi. Ama bu defa da kendisini Aksaray Askerlik Şubesi Başkanı yaparak mesleğiyle alakası olmayan bir göreve tayin ettiler. O da 1976’da bu defa kendi isteğiyle emekli oldu.

HAYATIMA YÖN VERİYOR

Necati Abi annem, babam ve hocalarım gibi üzerimde hakkı bulunanlardan biriydi. Onunla irtibatım üniversite tahsili için 1975’te İstanbul’a geldiğimde de devam etti. Hatta bana İzmirli bir iş adamından birkaç sene boyunca devam eden bir burs ayarlamıştı.

1978 yılı sonlarıydı. İTÜ Elektrik Fakültesi Elektronik ve Haberleşme Bölümünde 3. sınıf talebesi idim. Bir gün fakülte panosunda bir ilan gördüm. Türk Silahlı Kuvvelerine bazı mühendislik branşlarından askerî öğrenci alınacağı yazıyordu. Kendisine danıştım. Derhâl “Ben 1969-70 yıllarında askerî üniversite öğrencilerinin kaldığı Kumkapı’daki yurtta sınıf subaylığı yaptım. Çok hayırlı olur.” dedi. Ben de bunun üzerine müracaatımı yapıp açılan mülakatı da kazanarak 1979 başında askerî öğrenci oldum. 1,5 sene kaldığım askerî yurtta çok güzel günlerim geçti. Bu yeni muhitte edindiğim çok sayıda kıymetli arkadaşımla irtibatım hâlâ devam etmektedir.

1980’de teğmen rütbesiyle başladığım askerlik hayatım ne yazık ki ancak 18 yıl sürdü. 26 yıl önce Mustafa Necati Abi’nin dindarlığı sebebiyle başına gelenler, bu defa namaz kılan, hanımının başı örtülü olan ve içki içmeyen subay ve astsubayların başına, çok daha sistemli ve toplu hâlde geliyordu. Uğursuz 28 Şubat 1997 süreci başlamıştı. Hiç tereddüt etmeden insanları ordudan ihraç ediyorlardı. Bununla da kalmıyor, resmî kurumlara, belediyelere hatta holdinglere ayrıca yazı gönderiyor, “Ordudan attığımız bu adamları zinhar işe almayın.” diyorlardı. Yani aslında sizi çoluk çocuğunuzla birlikte ölmeden mezara gömüyorlardı. Ailemi de düşünerek ihraç edilmekten kurtulmak amacıyla çarnaçar emekliliğimi istedim ve 1998 Nisan’ında, yarbay olmama 4 ay kala emekli oldum.

ALLAH ADAMI 

Mustafa Necati Abi’yi tek bir yazıyla anlatmak mümkün olmaz. O zaman şöyle sonlandıralım. Tam bir Allah adamıydı. Odasına girdiğinizde bunu fark ederdiniz. Çarşıdan, pazardan yani dünyadan konuşmaya utanırdınız. Gayet düşük tonda konuşur, az zamanda çok şey söylerdi. Nazik ve beyefendi duruşunun altındaki heybet sizi etkisi altına alırdı. Ömrünü ülkesi ve milletinin birliğine, bütünlüğüne, Ehl-i Sünnet itikadının yayılmasına adamış, bu uğurda hiç durmadan çalışmış bu mübarek insanın karşısında bir an için sanki bu dünyadan çıkar siz de o kalıba girerdiniz. Cenabı Hak gani gani rahmet eylesin.

 Bu makale, 19 Şubat 2019 tarihli Yeni Çağrı gazetesinde yayınlanmıştır.

https://www.yenicagri.com/wp-content/uploads/2019/02/yeni-cagri-gazetesi-19-subat-2019-sali-tarihli-gazete-sayfalar-5.jpg

Yorumunuzu yazın...