AH BAĞDAT, GÜZEL BAĞDAT! (10.4.2006 www.haberkusagi.com)

Yazdır

Osmanlı’nın bugünkü Irak sınırları içindeki Musul ve Bağdat vilâyetlerine yaptığımız ziyaretten ana vatana döndük. Bu seyahatimizin ürünü olan üçüncü yazımızda size, dönüşümüz sırasındaki bazı izlenimlerimizi sunacağız.

 

Daha yazıya başlarken Osmanlı’yı anmamızın, bugün artık nostaljik anlamından başka bir özelliği maalesef bulunmamaktadır. Daha 80 sene öncesine kadar, 4 asır müddetle yönettiğimiz bu toprakları elimizde tutma becerisini biz nasıl gösteremediysek, buralarda yaşayan insanlar da o gün için bizden ayrılmaya pek hevesli görünmüşlerdi.

 

İzlenimlerden önce, isterseniz 1915 yılına dönelim ve nostaljiye biraz daha devam edelim. Osmanlı o tarihte Afrika’da hiç kalmamış, Avrupa’da iyice budanarak 25 bin kilometrekareye düşmüştü. Asya kıtasındaki 3,5 milyon kilometrekare toprağı ise hâlâ elimizde tutuyorduk. Topraklarımızda bulunan en kalabalık şehirler sırasıyla şunlardı: İstanbul, İzmir, Şam, Halep, Beyrut, Bağdat, Erzurum, Edirne, Afyon, Manisa, Kudüs, Bursa, Musul.

 

Bugünkü Irak’ta toplam 457 bin kilometrekare toprağa sahip Musul, Bağdat ve Basra vilâyetlerimiz bulunuyordu. Musul vilâyeti, merkez, Kerkük ve Süleymaniye; Bağdat vilâyeti, merkez, Divâniye ve Kerbelâ; Basra vilâyeti de merkez, Müntefik, Necid, Katîf ve Amâre sancaklarını bünyesinde barındırıyordu. İngilizler 21 Kasım 1914’de Basra’yı, 11 Şubat 1917’de Bağdat’ı ve 3 Kasım 1918’de Musul’u Osmanlı’dan aldılar.

 

Günümüze dönecek olursak, bir haftadır bulunduğumuz Bağdat’tan ayrılmadan önce, hiç olmazsa bir İslâm büyüğünü ziyaret edelim diyoruz. İşgalin 4. senesine başladığı Irak’ta, insan hayatı bakımından en tehlikeli şehir Bağdat. O sebeple türbesi ikamet ettiğimiz mekâna en yakın olan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerini seçiyoruz. Peygamberimizin torunu Hazret-i Hasan’ın 11. göbekten torunu olan bu büyük zatın türbesi, meselâ Kâzımiye’deki İmâm-ı Musa Kâzım Türbesi’nden çok daha sakin. Ziyaretimizi rahatça yapıyor ve manevî huzurunda dilimiz döndüğünce dost ve akrabalarımıza dualar ediyoruz.

 

Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın yaptırdığı saat kulesi, türbenin avlusunda bütün heybet ve haşmetiyle dimdik ayakta duruyor. Sultanın tuğrasının bulunduğu cephesini, kaidesinden yukarıya doğru fotoğraflıyoruz.

 

Bağdat’ta sekiz gün doluyor ve İstanbul’a dönüş günü geliyor. Allahaısmarladık Kanunî ve Sultan Dördüncü Murad’ın fethettiği, âlimler ve veliler şehri güzel Bağdat! Allahaısmarladık İmam-ı Azam, İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Abdülkadir-i Geylanî, Ma’ruf-i Kerhî, Sırrî-yi Sekatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Bekr-i Şiblî, Hallâc-ı Mensur, Bişr-i Hâfî, yedinci imam Musa Kâzım, torunu dokuzuncu imam Muhmmed Cevad Takî, İmam-ı Ebû Yusuf el-Ensârî ve diğer âlimler, velîler!

 

Kiraladığımız vasıta Bağdat’tan çıkarak Kerkük istikametine doğru hareket ediyor. Iraklı şoför yol boyunca bir kaseti dinliyor. Tabiatıyla bize de dinletiyor. Askerî kontrol noktalarına yaklaşınca teybin sesini kesiyor, noktayı geçince açıyor.

 

Ney benzeri tek çalgı eşliğinde bir ağıt. Okuyanın yanık sesi, insanın tâ iliklerine işliyor. Belli ki sesin kıvrımları acı, hüzün, gözyaşı dolu. Aldığımız bilgiye göre kasette, 20 Mart 2003 gecesi başlayan ve 9 Nisan 2003 günü Bağdat’ın düşmesiyle sona eren 21 günlük savaşın ağıtı yakılıyor. Ağıt yer yer, makineli tüfeklerin çıkardığı o bildik, ürkütücü, korkutucu ve savaşla özdeşleşen takırtılarıyla süslenmiş.

 

Şarkı sözlerini dinlerken, Türkçe bile olsa oldum olası anlamakta zorluk çekerim. Ancak Arapça ağıtın bir yerinde “Bağdat” ve “üç gün” kelimelerini fark ediyorum. Şoföre soruyorum. Ağıtın o bölümünü açıklıyor:

 

“Ah Bağdat, ah Bağdat! Küçücük bir kasaba kadar direnemedin. Üç günde teslim oldun!”

 

Gerçekten de işgalin ilk günlerinde, 4000 nüfuslu sahil kasabası Umm Kasr’ın günlerce direnerek işgalcilere nasıl kök söktürdüğünü hatırlıyorum.

 

Yolun diğer yönünden bir ağır makineli Amerikan Humvee konvoyu geçiyor. Sivil araçlar 500 metre geriden takip ediyorlar. Daha fazla yaklaşan kurşunu yiyeceğini biliyor. Teypten gelen yanık ses aynı mısraı tekrarlıyor:

 

“Ah Bağdat, güzel Bağdat! Küçücük bir kasaba kadar dayanamadın. Üç günde teslim oldun!”

 

Yüreğim kabarıyor. Hıçkırıklarımı göğsüme gömüyorum. Göz pınarlarımdan dökülen damlaları da arkadaşlarımın gözlerinden, gözlüğümün güneşin güçlü ışığı ile kararan camı saklıyor.

 

Bu makale, 10 Nisan 2006 tarihinde www.haberkusagi.com internet sitesinde yayınlanmıştır.

 

 

Yorumunuzu yazın...

    Friday the 29th. Telif Hakkı © 2012 http://www.ibrahimpazan.com Her hakkı saklıdır.
    Copyright 2012

    ©