KASABIN HESABI VE BUĞDAY TANELERİ (7.12.2001 www.iha.com.tr)

Yazdır

Eskiden, yani memurların emekli olduğu zaman dolgun ikramiye aldığı yıllarda, bakkal, kırtasiyeci dükkânı gibi mütevazı işyerleri açtıklarını hatırlarsınız. Aralıksız çalışarak geçen uzun yıllardan sonra birdenbire boşluğa düşmemek ve ahir ömürlerinde, küçük ölçekli de olsa kendi işinin patronu olmak için emekli ikramiyelerini bu şekilde değerlendirirlerdi. Ne yazık ki, bu masum girişimlerden pek çoğunun hüsranla sonuçlandığına çoğumuz tanık olmuşuzdur.

Gelin bu hayal kırıklıklarının basit bir analizini, yeni emekli olmuş kahramanımıza kasap dükkânı açtırarak yapalım. Önce, mahallede uygun bir apartmanın altında dükkân kiralanır. Sanayi tipi bir soğutucu alınarak vitrin düzenlenir. Kıyma makinesi ve diğer alet, edevat temin edilerek tezgâha konur. Resmî işlemler titizlikle tamamlanarak bir de güzel levha asılır. Getir-götür işlerini ve dükkânın temizliğini yapacak bir çırak tutulur. Kalan son parayla vitrini dolduracak etler de alındıktan sonra artık satışlar başlayabilir.

Başlangıçtaki birkaç sorunsuz ay çabucak geçer. İşletme giderleri, vergiler, veresiye satışlar, enflasyona ayak uyduramayıp elde edilen gelir ile sattığı malı bile yerine koyamama, çırağın maaşı vesaire derken işler çıkmaza girer. Vitrindeki malı tamamlamaya emekli maaşının desteği de yetmez olur. Tasfiye süreci başlar. Öteden beri bildiğimiz, ancak Genel Müdürümüz Fevzi Kahraman’ın, yaptığımız hemen her toplantıda bir sırasını getirip kendine has Uşak şivesiyle söylediği atalar sözü ne yazık ki gerçekleşmiştir: Hesabını bilmeyen kasap, ne satır bırakır, ne masat!

Şimdi, 1400 yıl geriye gidelim ve aslında çok değişik versiyonları anlatılan başka bir hesap ya da hesapsızlık öyküsüne bakalım.

En ilginç ve karmaşık oyunlardan olan ve bugün bile tam olarak çözümlenemeyen satranç, 6’ncı yüzyılda Hindistan’da ortaya çıkan ve bir savaş oyunu olan “çaturanga”ya dayanır. Bu oyunda kullanılan zar zamanla ortadan kalkmış ve şans faktörü yerini, bugünün bilgisayarlarını bile dize getiren, insanın üstün niteliklerinin beslediği ustalığa bırakmıştır. Piyade askerler, kaleler, atlar ve filler, o günün savaşlarındaki önemli konumlarını, bugün satranç tahtasındaki 64 karede de hâlâ korumaya devam ederler.

Hindistan’da satranç oyununu geliştiren bilge kişi, bu ürününü zamanın sultanına arz eder. Sultan oyunu çok beğenir ve sultanlara yakışır biçimde “Dile benden ne dilersen!” der. Ancak bilge, gerçek savaşlarda olduğu gibi, bu oyundaki en önemsiz elemanın bile kazanma veya kaybetmede çok önemli bir paya sahip olabileceği gerçeğini, sultanın iyi anlayamadığını düşünür. Derse devam etmeye karar verir. “Sadece bir miktar buğday istiyorum sultanım!” der. “Size sunduğum bu oyunun oynandığı tahtanın birinci karesi için 1 buğday tanesi, ikinci karesi için, birinci karesi için aldığımın 2 katı kadar yani 2 buğday tanesi, üçüncü karesi için 4 buğday tanesi ve aynı şekilde diğer kareler için de yine, bir önceki kare için aldığımın 2 katı kadar buğday tanesi istiyorum” diye devam eder ve mütevazı isteğine açıklık getirir.

Sultan, kendisi gibi yüce ve kudretli bir hükümdardan, hizmetine karşılık olarak isteye isteye üç beş buğday tanesi talep eden bilgenin bu isteğinden alınır. Bu alçakgönüllülükte, biraz da küstahlık bulunduğunu sezerek sinirlenir. “Hesaplayın ve hak ettiğinden bir tane bile fazla buğday vermeyin!” diye kestirip atar.

Sultanın, bilgeye haddini bildirme konusunda kendisinden daha hevesli olan adamları için işler, başlangıçta kolay gider. İlk kareler için sırayla 1, 2, 4, 8, 16, 32 ve 64 buğday tanesi hesaplanır. 10’uncu kareye gelindiğinde, verilecek toplam buğday sayısı sadece 1023’tür ve yaklaşık 50 gram ağırlığında bir avuç buğdaydır (bir buğday tanesi ortalama 50 miligramdır). Hesaplayıcılar işlerine, rahat tavırlarla devam ederler. 15’inci karede miktar 1,5 kiloyu geçer. 25’nci karede, yapılan hesap sonucunun 1,5 tonu aştığı görülür ama bu sonuç, sultanın adamlarında fazla bir heyecana sebep olmaz. Ancak 31’inci kareye gelindiğinde, bu işin şakasının olmadığını anlarlar. Çünkü vermeleri gereken buğday miktarı 107 ton olmuştur. Sırtlarından ter boşanmaya başlasa da hesaplamaya devam ederler. 49’uncu karede buğday miktarı 28 milyon tondur. O günkü Hindistan’ı bilmiyoruz ama bu miktar, Türkiye’nin 1,5 yıllık buğday üretiminden fazladır (1999’da 18 milyon ton). Artık sultanın adamlarında şafak atmış, dizlerinin bağı çözülmüştür. Erzakçıbaşı ise baygınlık geçirecek kadar bunalmıştır. Çünkü 54’üncü karede ulaşılan toplam miktar, 900 milyon ton buğdaydır. Bu ise, bütün dünyanın yıllık buğday üretiminin 1,5 katından bile fazladır (2000 yılında 580 milyon ton). Hesaplayıcılar, “Madem başladık, sonuna kadar devam edelim” der ve bitirirler. 64’üncü kare de tamamlandığında, o günkü buğday üretimi rakamlarını bilmediğimiz için yine bugünkü rakamlarla konuşursak, dünyanın 1590 yıllık buğday üretiminin verilmesi gerektiği ortaya çıkar.

Öykünün sonunu tam olarak bilemiyoruz. Ancak, hayal gücümüzü kullanarak şu seçeneklerin yaşanmış olabileceğini tahmin edebiliriz: Sultan, bilgenin kendi zekâsıyla alay ettiğini anlar ve cellâtlarına kafasını uçurması için emir verir veya verilen mesajı alır, memnun olur ve bilgeyi 40 kese altın vererek ödüllendirir. Yahut da bilgenin aklına, zekâsına hayran kalır ve onu kendine başvezir yapar.

Şimdi, ikinci yılına giren son ekonomik kriz süresince yaşananlar, şu soruları akla getirmektedir:

Binlerce şirket neden kapanmış, koca koca holdingler niçin sıkıntıya düşmüştür? Emekli memur kasap amcanın, satır, masat ne varsa elden çıkararak kepenklerini niçin indirdiğini anlayabiliriz. Bugün lise ikinci sınıf öğrencilerine öğretilen “üssel büyüme”deki tılsımı bilmeyen sultan ve adamlarının 1400 sene önce düştüğü durumu da anlayışla karşılayabiliriz. Ama bünyesinde, satış, pazarlama, finans departmanları, üretim ve yatırım stratejisi geliştiren bölümleri ve daha pek çok parlak isim taşıyan birimleri barındıran, konusunda uzman çok sayıda personel ve danışman çalıştıran sayısız ticarî kuruluş, acaba niçin bu hâle düşmüştür?

Kendilerini zora sokmak için bütün bu şirketlerin, söz ve eylem birliği yaptıklarını düşünmek her hâlde abes olur...

 

Bu makale, 7 Aralık 2001 tarihinde www.iha.com.tr internet sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumunuzu yazın...

    Wednesday the 9th. Telif Hakkı © 2012 http://www.ibrahimpazan.com Her hakkı saklıdır.
    Copyright 2012

    ©