KÂBİL’İN TORUNLARI (11.1.2002 www.iha.com.tr)

Yazdır

Genç gazeteci, İstanbul’daki ajans merkezinden gelen Genel Müdür Yardımcısını İslamabad hava alanında dönüş için uğurluyordu. Yöneticiden çok bir ağabey gibi davrandığından, beraber bulunduğu 1 hafta boyunca kendisine kanı kaynamıştı. Ayrılık saati geldiğinde, âdet olduğu üzere elini sıkıp hayırlı yolculuklar diledi. Kalkan uçaklar bölümüne yönelen muhatabına son kez el sallarken gözleri buğulandı. Ajansın İslamabad şehir merkezindeki bürosuna doğru hareket ettiğinde, boğazına bir şeylerin düğümlendiğini hissediyordu.

25 yaşındaydı. Anne ve babası, üç kardeşiyle birlikte İslamabad'a 1500 km uzaklıktaki Quetta kentinde yaşıyordu. Tahsilini gazetecilik üzerine yapmış, lise çağlarından beri görev aldığı çeşitli gazete ve dergilerde başarılı çalışmalar gerçekleştirmişti. 2 yıldan beri de, uluslar arası bir haber ajansının Pakistan Temsilciliği görevini yürütmekteydi. Pakistan özgürlük savaşını bir çocuğun ağzından anlatan kitabı, Eğitim Bakanlığı tarafından bütün okullara tavsiye edilmiş ve 15 000 adet basılarak dağıtılmıştı. Geçtiğimiz yıl da Pakistan’da “Yılın Genci” seçilmişti.

Özellikle 3,5 aydır, yani ABD’deki 11 Eylül olayından sonra, ajansın bu bölgedeki faaliyetleri oldukça artmıştı. Türkiye’den çok sayıda muhabir, kameraman ve teknik personel gelmiş, habercilik yapmak ve uluslar arası yayın kuruluşlarına teknik hizmet vermek üzere İslamabad ve Peşaver’de ekipler oluşturulmuştu. Daha sonra, hava harekâtının devam ettiği Afganistan’ın çeşitli kentlerine ekipler yollanmıştı. Görev süresi uzadığı veya hastalandığı için değiştirilen, ilâve ekip kurulması için gelen ve arızalanan uydu cihazlarını getiren personel trafiği, deyim yerindeyse baş döndürücü bir seviyedeydi. Çok şükür bugüne kadar, Pakistan’a gelen ajans personeline verilecek ulaşım ve konaklama başta olmak üzere diğer bütün hizmetler, önemli bir aksama olmadan organize edilebilmişti.

Ramazan bayramında memleketine gitmiş, ailesiyle birlikte olmuştu. Ne var ki, bayramın üçüncü yani 18 Aralık 2001 günü İstanbul’dan gelen haber, İslamabad’a geri dönmesini gerektirmişti. Kabil’deki canlı yayın aracının önemli bir cihazı arızalanmış, bu defa ajans, yedek cihazı getirmek ve bölgedeki çalışmaları incelemek üzere teknikten sorumlu Genel Müdür Yardımcısını görevlendirmişti.

Beklenen misafir, yolculuk sırasında yaşadığı aksaklıklar sebebiyle İslamabad’a ancak 20 Aralık sabahı ulaşabilmişti. Neyse ki getirdiği cihaz, ertesi gün Kabil’e gönderilmiş ve yeni Afgan hükûmetinin göreve başlaması sebebiyle yabancı yayın kuruluşlarına verilecek teknik hizmetlerde bir aksama olmamıştı.

Yöneticinin geri döneceği 25 Aralık gününe kadar, beraberce Türkiye'nin İslamabad Büyükelçiliği dahil önemli yerler ziyaret edilmiş, Peşaver’e gidilerek oradaki ekiple buluşulmuş, Pakistan’a kadar gelinmişken Büyükelçinin ifadesiyle “görmeyenin dünyada yaşamış bile sayılmayacağı” Lahor’a kadar uzanılmıştı. Bu arada kendisi direksiyonda yeterince iyi olmadığı için, bütün bu şehirler arası yollarda ve her türlü taşıtla hıncahınç dolu şehir içi trafiklerinde, yöneticinin bir de İngiliz usulü şoförlük öğrenmesini sağlamıştı...

Sayılı günler her zaman olduğu gibi çabucak geçmiş, İslamabad hava alanı kafeteryasında Karaçi uçağının kalkış saatinin yaklaşmasının beklendiği saatler gelmişti. Yöneticiyle birlikte hem çaylarını yudumluyorlar hem de, Pakistan’ın kurucusu M.Ali Cinnah’ın 125’inci doğum yıl dönümü sebebiyle düzenlenen ve televizyondan naklen verilen törenleri seyrediyorlardı. Bu arada Devlet Başkanı General Pervez Müşerref’in yapacağı konuşmaya kadar, kürsüye gelen çok sayıda konuşmacının kimlikleri konusunda yöneticiye bilgi aktarıyordu. Bir ara törendeki konuklar arasında bulunan Pakistan İçişleri Bakanını işaret etti:

“Efendim, bu İçişleri Bakanımız Emekli Korgeneral Muinüddin Haydar. Geçen Cuma akşamı ağabeyi vurularak öldürüldü...” dedi. Bakanın 60 yaşındaki biraderi İhtişamüddin Haydar, 21 Aralık 2001 akşamı Karaçi’de üyesi bulunduğu vakıf binasından çıkmış, aracıyla hareket edeceği sırada kimliği belirsiz üç motosikletli kişinin açtığı ateş sonucu ölmüştü.

Yönetici gözlerini kısmış, kendi ülkesi Türkiye'de, neredeyse aklının erdiği bütün ömrü süresince işlenen bu tür cinayetleri bir film şeridi gibi zihninden geçirmişti. Devlet erkânından, bilim adamlarından, asker ve polisten, yakını ve arkadaşlarından nice vatan evlâdı, kendi kardeşini öldüren ilk katil Kabil’in torunlarının kurşunlarına hedef olmuştu.

“Demek bütün güvenlik kuvvetlerinin kendisine bağlı olduğu kişinin kardeşini öldürdüler ve katiller ortada yok öyle mi?” dedi yönetici. Sorusuna cevap verilmesini zaten beklemiyordu .”Anlaşılan Kabil’in torunları dünyanın her yerinde aynı tıynette...” diye düşündü.

O anda ne gazeteci ne de yönetici, ertesi akşam Quetta’da, evlerinden 100 metre mesafede bir yerde, gazetecinin 15 yaşındaki erkek kardeşine kimliği belirsiz kişilerce ateş açılacağını ve masum gencin oracıkta can vereceğini bilemezdi...

 

Bu makale, 11 Ocak 2002 tarihinde www.iha.com.tr internet sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumunuzu yazın...

    Wednesday the 9th. Telif Hakkı © 2012 http://www.ibrahimpazan.com Her hakkı saklıdır.
    Copyright 2012

    ©