MÜSLÜMANLARIN HAMİSİ VAR MI? (23.5.2017 Yeni Çağrı)
İlk İslam devleti, Yüce Yaratıcı tarafından gökten inen bir melek vasıtasıyla yeryüzündeki peygamberine gönderdiği yani semavi olan son dinin sahibi Hazreti Muhammed “aleyhisselam” tarafından Medine’de 622 yılında kuruldu. Dolayısıyla Peygamber efendimiz ömrünün son 10 yılında hem peygamber hem de devlet başkanı idi. Süleyman “aleyhisselam” da aynı zamanda hükümdar olan peygamberlerdendir. Bu ilk İslam devletinin düşmanla yaptığı ilk muharebe 624 yılının Mart ayında meydana gelen Bedir Gazası’dır. Bu ilk harbin başkumandanı bizzat Hazreti Peygamber idi.
İşte İslamiyet bu ilk İslam devletinin gücüyle önce doğduğu bölgede, tarih boyunca da bu devletin devamı olan diğer İslam devletleri sayesinde bütün dünyaya kısa zamanda yayılmıştır. Dinin ve İslam ahlakının doğru olarak öğrenilmesi ve yayılması, kuvvetli bir devletin yardımı ve himayesi ile olur. Tarih boyunca bu böyle olmuştur ve günümüz için de aynen geçerlidir. Kuvvetli devlet, ekonomisi ve ordusu güçlü devlet demektir ki bugün böyle bir devletin nükleer olanlar dâhil en modern savaş silahlarına sahip olması gerekir. Nitekim “Müslümanlara saldıran düşman ordularına karşı Müslümanların mallarını, canlarını, ırzlarını ve namuslarını korumak için devletin önderliğinde can, mal ve propaganda ile savaşmak” demek olan cihadı teşvik eden bir hadis-i şerifte “Cennet, kılıçların gölgesi altındadır.” buyrulmuştur. Burada kastedilen, Cenneti kazandıracak cihadın yani Müslümanların himayesinin, ancak ve yalnız kuvvetli bir İslam devleti ile mümkün olduğu gerçeğidir.
Müslümanların “hamiliği” görevini Peygamberimiz ve dört halifesinden sonra Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular ve özellikle Osmanlılar asırlarca başarıyla yerine getirdiler. Geniş Müslüman coğrafyasında İngilizler iki yüz sene boyunca yürüttükleri çalışmalarının sonunda, Doğu Müslümanlarının hamisi Hindistan Babür İmparatorluğu’nu 1857 yılında yıkıp yok ettiler. İngilizler Batı Müslümanlarının hamisi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çalışmalarına, özellikle 1839’daki Tanzimat’tan sonra hız verdiler. Nihayet Birinci Dünya Savaşı ile emellerine ulaşarak Osmanlı İmparatorluğunu da yıktılar. Yeni kurulan Türk devletine baskı yaparak 1292 yıllık Halifelik müessesesinin kaldırılmasına ikna ettiler ve dünyadaki Müslümanları tamamen başsız bıraktılar. İngiltere’nin yeni Türk devletine meşruiyet kazandıran Lozan Antlaşması’nı 1 yıl gecikmeyle yani ancak 1924’te Halifelik kaldırıldıktan sonra imzalaması bu sözümüzün bir delilidir.
İngilizler bu konuya öyle önem vermişlerdir ki eski Hindistan Genel Valisi ve 1919-1924 yılları arasındaki İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon daha sonra şu konuşmayı yapmıştır: “Şu anki durum, Türkiye'de İslam Hilafeti'nin öldüğü ve bir daha asla ortaya çıkmayacağı yönünde. Ancak Müslümanların gelecek nesilleri arasında İslami birliği sağlayacak herhangi bir girişime asla izin vermemeliyiz. Hilafeti sona erdirmeyi zaten başarmışken, fikri veya kültürel anlamda bile olsa Müslümanlar arasında böyle bir kurumun bir daha asla meydana gelmemesini temin etmeliyiz.”
Sonuç olarak dünya Müslümanları 93 seneden beri başsızdır. Başsız oldukları bu dönemde Müslümanların başına nelerin geldiğine hep birlikte şahit olduk, olmaya devam ediyoruz. Bir asır önce atını nallayan nasıl soluğu Ortadoğu’da almışsa, bir asır sonra bugün de durum hiç değişmemiştir, tamamen aynıdır. Binlerce kilometre uzaktaki ülkeler bu topraklarda asker bulundurmakta, herhangi bir çıkar paylaşımı olması durumunda, masada söz sahibi olmanın hesaplarını yapmaktadır. Bölge insanlarının ölmesi, yaralanması, yerini yurdunu kaybetmesi, ırzına namusuna saldırılması bu ülkeleri hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Yeri geldiğinde, insan hakları savunuculuğu şampiyonluğunu hiç kimseye bırakmayan bu ülkelerin, bu konudaki aymazlık ve duyarsızlıklarının asıl sebebi, bölgede kan deryasında boğulan insanların sadece Müslümanlar olmasıdır. Yoksa yüzbinlerce insanın öldüğü ve yaralandığı, milyonlarcasının evini terk edip çeşitli ülkelerde sığınmacı durumuna düştüğü Suriye’deki savaşa 7 seneden beri seyirci kalmaları başka nasıl açıklanabilir?
Açık bir gerçektir ki, gerek tarihî geçmişi gerekse günümüzdeki gücü ve kuvveti bakımından dünya Müslümanlarının hamisi olmaya en layık devlet Türkiye’dir. Zaten en az 400 sene Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaası olarak yaşamış pek çok İslam devletindeki insanların gönlünde, Osmanlı’nın devamı olan Türkiye hami devlet konumunu hiç kaybetmemiştir.
İşte bir asır önce Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve Hilafet’in kaldırılması ile Müslüman dünyasına büyük bir darbe indiren Batı, son yıllarda yükselişe geçen Türkiye’nin bu olumlu ivmesinden son derece ürkmüş bulunmaktadır. Bütün dünya Müslümanlarının hamiliğinin tek ve doğal adayı bu ülkeyi sendeletmek, güçsüz bırakmak hatta yıkmak için her türlü senaryoyu yazıp uygulamaya koyduklarını bizzat yaşayarak görmüş bulunuyoruz. 21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız şu günlerde, daha 10 ay evvel bir askerî darbe denemesine maruz kaldık. ABD ve Batı, planladıkları bu eylemin sonucunda son Türk devletinin ele geçirilmesinden o kadar eminlerdi ki başarısızlık karşısında hepsinin nutku tutuldu. Hiçbir Avrupa ülkesinin devlet başkanı veya başbakanı geçmiş olsun demeye bile gelemedi. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden darbe girişiminden ancak 40 gün sonra gelip Cumhurbaşkanı ile görüştü. Hâlbuki daha 2015 Ocak ayında Paris’te 17 kişinin ölümüyle sonuçlanan terör eyleminden sonra 50 ülkenin devlet ya da hükümet başkanının katılımıyla Paris’te bir yürüyüş gerçekleştirilmişti. 15 Temmuz kalkışmasındaki bizim 249 şehidimiz için ise kıllarını kıpırdatmadılar.
Bu kalkışmanın bir numaralı ismi olduğu gökyüzündeki güneş gibi apaçık meydanda olan kişi, 1999’dan beri Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunuyordu. İlkokulu dışarıdan bitirmiş bir vaiz olan bu adam, ABD’nin Pennsylvania eyaletinin Saylorsburg kasabasında bulunan bir çiftlikteki malikânesinde yaşamaya hâlen devam etmektedir. Türkiye dışında 160 ülkede 2000’den fazla okul açarak teşkilatlanmak, kendi ülkesinin özellikle polis, yargı ve ordusuna sızarak yönetimi ele geçirecek bir darbeye kalkışmak, yabancı ülke gizli servislerinin desteği olmadan yapılacak işler olmasa gerek.
Çok şükür ki daha geçtiğimiz Pazar tekrar partisinin başına geçen Cumhurbaşkanımız, birinci önceliğinin bu şer yapılanma ile savaşmak olduğunu tekraren beyan etmiştir. Devleti neredeyse yıkacak bir eyleme imza atan, Haşhaşilere rahmet okutacak bu gözü dönmüş örgütle irtibat ve iltisakı olanlara, “babasının oğlu” bile olsa acınmayacağını söyleyerek yüreğimize su serpmiştir. Mensubu olmakla daima iftihar ettiğimiz son Türk devletinin bekası, sadece milletimizin değil 1,7 milyarlık bütün Müslüman dünyasının geleceği bakımından çok önemlidir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde kurulan devletlerde yaşayan Müslümanlar, bu devin uyanacağı ve tamamen doğrularak onları güçlü kollarıyla kucaklayacağı günlerin hayali ile yaşamaktadır.
Bu makale, 23 Mayıs 2017 tarihli Yeni Çağrı Gazetesi'nde yayınlanmıştır.