GÜNDEM YİNE DOPDOLU (25.7.2017 Yeni Çağrı)
Siyaset gündeminin hızına can dayanmıyor. Devletimizi yönetenlere kolaylıklar diliyorum. Ayrıca Cenabı Hakk’ın onlara hayırlı yardımcılar nasip etmesini temenni ediyorum. Sorumluluklarındaki bütün işlere bizzat kendileri yetişemeyeceklerine göre devlet idaresinde “hayırlı yardımcılar”, tarih boyunca her zaman olduğu gibi bugün de hayati önem arz ediyor. Sultan Hamid, “Devlet işlerini güzelce idare edin!” diye yetki verdiği yardımcıları eliyle sırtından hançerlendi. Sadece kendisi hançerlense iyi, koca imparatorluk bozuk para gibi harcandı. Milyonlarca insan öldü, yaralandı, bir o kadarı da yerinden yurdundan oldu. Aradan bir asırdan fazla zaman geçtikten sonra bugün bile Orta Doğu’da çekilen sıkıntılar, hep bu birinci adamdan sonraki kademelerde yer alan yardımcıların makam ve mevki hırslarının ateşlediği gaflet ve hıyanet sebebiyledir.
En son rahmetli Özal’ı bir düşünsenize. Birinci Körfez Savaşı’nda rahmetlinin Genelkurmay Başkanı bile kendisini dinlemedi. Zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay, görev süresi sona ermeden 3 Aralık 1990 tarihinde görevinden istifa ederek emekliye ayrıldı. Halbuki Cumhurbaşkanı Özal, Irak lideri Saddam Hüseyin’in Kuveyt’e saldırmasıyla ortaya çıkan krizde, ABD’nin öncülüğünde İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır gibi 28 devletin yer aldığı askeri koalisyona dâhil olmak ve çatışmada aktif olarak yer almak istiyordu. Özal’a göre Türkiye uzun yıllar boyunca çekingenliği ile hep yenilen tarafta yer almıştı, şimdi ise kazanan tarafta yer almanın zamanı gelmişti. Ayrıca Özal dış politikada Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarımızı düşünerek hareket etmesi gerektiğini düşünüyordu. Malumunuz Kerkük ve Musul Misak-ı Milli sınırlarımız içerisinde yer almaktadır. Menderes ve Demirel de dâhil geçmiş liderlerin hükûmetleri zamanında, ordudan gelen herhangi bir muhalefet karşısında geri adım atmaya alışmış dış politika bürokrasisi, ülkemize sayısız yarar sağlayacak bu girişimde ne yazık ki Özal’ın da ayağına çelme taktı. Ben de o sırada özel bir haberleşme birliğinde Elektronik Yüksek Mühendisi Kıdemli Yüzbaşı olarak Erzincan’da görevliydim. Birliğimizin esas görev yeri Kuzey Irak’tı. Künyemizi boynumuza asmış, hurcumuzu hazırlamış intikal için hareket emri bekliyorduk. Heyhat ki 4 ay bekledikten sonra tekrar Ankara’ya asıl birliğime dönmek zorunda kalmıştım. Kanaatime göre o savaşta yer alsaydık, belki bazı vatan evlatları yaralanacak ve şehit düşecekti, ama ülkemiz çok şey kazanacaktı.
Bu tür bir istifa olayı hatırlarsanız 29 Temmuz 2011 tarihinde yaşandı. Zamanın Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile birlikte istifa etti. Her ne kadar bu toplu istifaya gerekçe olarak o sıralarda ordu mensuplarına uygulanan tutuklamalar gösterildi ise de Hükûmeti zor durumda bırakmak için Askerî Şura Toplantısından üç gün önce gerçekleşen eylem konusunda pek de inandırıcı olmadı.
Ülkemizin güvenliğinin teminatı, milletimizin gözbebeği olan Ordumuz tam kendi görev sahasına çekildi, artık devletin bütün kurumları kendi işine bakıyor derken 15 Temmuz 2016 kanlı askerî darbe girişimini yaşadık. Ordumuzla ilgili güzel hayallerimiz bir defa daha yıkıldı. Asker kılığına girmiş bazı hainler kendi vatandaşlarına silah sıktı. 250 vatandaşımız şehit oldu, 2 bin 193 vatandaşımız da yaralandı.
Ancak “Peygamber Ocağı” kabul ederek 20 yıl üniformasını şerefle taşıdığım ordumuzun çok kısa zamanda toparlanacağına ve millet nezdindeki itibarlı konumuna tekrar ulaşacağına yürekten inanıyorum. Komutanlarımızın yaşananlardan ders çıkaracaklarını ve işlenen hatalara bir daha düşmeyeceklerini düşünüyorum. Zaten hemen 15 Temmuz 2016 sonrası girişilen Fırat Kalkanı Harekâtı, Ordudaki hainler ayıklandıktan sonra görülen ilk güzel emarelerden biriydi. Bu harekât, Güney sınırımızın emniyeti bakımından olduğu kadar, kanlı bir kalkışmanın akabinde Ordunun Hükûmetin emrinde olduğunu göstermesi bakımından da önemliydi.
Malumunuz Harekât 24 Ağustos 2016’da başladı. 29 Mart 2017’de tamamlandı. Sonuçta Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özgür Suriye Ordusu sınırımızdan 30 kilometre uzaktaki El Bab şehrini de ele geçirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri bu harekâtta 71 şehit verdi. Ama neticesinde ülkemizin sınır güvenliği sağlandı, DEAŞ terör örgütünün ülkemize yönelik tehdit ve saldırıları önlendi. Ülkemize sığınan bazı Suriyeli kardeşlerimiz de ülkelerine dönme imkânına kavuştu.
Şer güçlerin devletimizi ve milletimizi sendeletmek hatta ülkemizi ele geçirmek için büyük ümit bağladıkları 15 Temmuz 2016 askerî darbe girişiminin üzerinden bir sene geçti. Bu badireyi de atlatan devletimiz şimdi daha güçlü. Artık sadece ülkemizde değil başka ülkelerde de darbe planlayanların başarılı olması çok zor. Çünkü Türk milleti 15 Temmuz’da, savaş uçaklarına ve helikopterlerine, tanklara karşı nasıl direnileceğini dünya milletlerine gösterdi. Bu konuda darbeye maruz kalacak milletlerin önünde artık yaşanmış bir örnek var.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan yoğun iç ve dış siyaset gündemi arasında Katar krizinin çözümünde arabuluculuk yapmak için 23-24 Temmuz 2017 tarihlerinde Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar’ı ziyaret etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a eşi Emine Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan refakat etti.
Cidde’de Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz Al Suud ile görüşen Cumhurbaşkanı, Suudi Arabistan Veliaht Prensi, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Muhammed bin Selman bin Abdülaziz Al Suud’u da kabul etti. Kuveyt’te Emir Şeyh Sabah El Ahmed El Cabir El Sabah, Katar’da Emir Şeyh Temim bin Hamed Al Sani’yle bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı görüşmelerde, ikili ilişkilerimizin yanı sıra, bölgesel ve uluslararası gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulundu. Bu çerçevede, Körfez ülkeleri ile Katar arasında yaşanmakta olan ihtilafa ilişkin son gelişmeler ve sorunun çözümüne yönelik atılabilecek adımlar ele alındı. Ziyaretlerin hayırlara vesile olmasını temenni ediyoruz.
Osmanlı bakiyesi topraklardaki bu ülkelerin başında bulunan yöneticilerin, bölgenin önemli ülkesi Türkiye ile ilişkilerini geliştirmekten zarar görmeyeceklerinin idrakinde olmalarını umuyorum. 19 trilyon dolar borcunu Körfez ülkelerine ödeteceğini açık açık söyleyen Trump ile kol kola girerek kılıç dansı etmektense, ABD ve Batı’nın Müslüman dünyası üzerindeki oyunları önünde güçlü bir engel olan Erdoğan ile aynı safta olmanın, bu ülkelerin ve bütün Müslüman coğrafyasının menfaatine olduğuna inanıyorum.
Bu makale, 25 Temmuz 2017 tarihli Yeni Çağrı Gazetesi'nde yayınlanmıştır.