MEVLİD-İ NEBÎ (28.11.2017 Yeni Çağrı)
Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” miladi 571 yılı Nisan ayının yirmisine rastlayan, Rebiulevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke-i Mükerreme şehrinde dünyaya geldi. Her sene hicri takvime göre tespit edilen bu gece, dünyanın her tarafındaki Müslümanlar tarafından Mevlid Kandili olarak kutlanmaktadır. Her yerde Kur’ân-ı Kerîm, ilahiler ve mevlid kasideleri okunarak Resûlullah efendimiz hatırlatılmaktadır. Önümüzdeki 30 Kasım 2017 Perşembe gününü Cuma’ya bağlayan gece Mevlid Kandili’dir. Yani hicri takvime göre Peygamber efendimizin 1492’nci doğum yıl dönümüdür.
KADİR GECESİNDEN SONRA EN KIYMETLİ GECE
Mevlid doğum zamanı demektir. Peygamber efendimiz nübüvvetten sonra, her yıl bu geceye ehemmiyet verirdi. Her peygamberin ümmeti, kendi peygamberinin doğum gününü bayram yapmıştı. Bugün de Müslümanların bayramıdır. Neşe ve sevinç günüdür. Peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü olan Muhammed Mustafa’nın “aleyhisselâm” doğduğu bu gece, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Bu gece, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” doğduğu için sevinmeli, doğduğunda görülen hâlleri, mucizeleri okumalı, dinlemeli ve öğrenmelidir. Bu hâlleri kendileri de anlattığı gibi, özellikle bu gece, Ashâb-ı kirâm da bir yere toplanıp okurlar ve anlatırlardı.
Peygamber efendimizin dedesi Abdülmuttalib Mekke’ye hâkim olan Kureyş kabilesinin reisi idi. Abdülmuttalib’in babası Haşim’in soyu olan Haşimîler, Kureyş kabilesinin on kolu içinde en şereflisi idi. Kureyş’in reisinin torunu olarak dünyaya geldiğinde, Peygamber efendimizin on iki amcası ve altı halasından hayatta olanlar ve bütün Kureyş halkı büyük sevinç yaşadı. Hatta amcalarından Ebû Leheb, cariyesi Süveybe “Kardeşin Abdullah’ın oğlu oldu.” diyerek kendisine müjde getirince sevinmiş, “Ona süt vermek şartı ile seni azat ettim.” demişti.
Ona Muhammed adını, dedesi Abdülmuttalib koydu. Onun adının yeryüzüne yayılacağını, herkesin onu medh ü sena edeceğini rüyasında görmüştü. Muhammed çok övülen demektir. Doğduğu zaman göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş görüldü. Yeryüzünü şereflendirince şehadet parmağını kaldırdı ve secde etti. Melekler beşiğini sallardı. Beşikte iken konuşmaya başladı. Evlendiklerinde babası Hazreti Abdullah on sekiz, annesi Hazreti Âmine on dört yaşında idi. Hazreti Abdullah Peygamber efendimizin doğumundan yedi ay önce vefat etti. Evvela mübarek annesi dokuz gün, sonra Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe birkaç gün emzirdi. Sonra Benî Sa’d köyünde Halîme iki sene emzirdi. İki sene daha bu köyde kalarak dört yaşında Mekke’ye getirildi. Altı yaşında iken annesi Hazreti Âmine, sekiz yaşında iken dedesi Abdülmuttalib vefat etti. Bu seneden sonra kendisine amcası Ebû Talib baktı.
YETİM DİYE İMAN ETMEDİLER
Kırk yaşına gelince, Mekke’nin kuzeyindeki Hira Dağı’nda bulunan mağarada Cebrail “aleyhisselâm” tarafından bütün insanlara ve cinlere peygamber olduğu bildirildi. Üç sene sonra aynı melek sürekli gelmeye başlayarak bütün Kur’ân-ı Kerîm’i yirmi senede indirdi. Cebrail “aleyhisselâm” kendisine yirmi dört bin kere gelmişti.
Peygamberliğini üç sene açıklamayıp sonra Hak Teâlâ’nın emri ile tebliğ eyledi. O zamana kadar kavmi arasında çok sevilip sayıldığı halde Kureyş’in ileri gelenleri kibir ve inatlarından iman etmediler. Ebü’l-Hasen-i Harkânî hazretleri buyuruyor ki “Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi ahmaklar, Allahü Teâlâ’nın sevgili peygamberini görmediler. Ebû Talib’in yetimi, Abdullah’ın oğlu Muhammed’i gördüler. O gözle baktılar. Eğer Hazreti Ebû Bekir gibi bakarak Resûlullah olarak görselerdi, eşkıyalıktan, küfürden kurtulur onun gibi yüksek derecelere ulaşırlardı.” Nitekim A’râf suresinin 198. ayetinde mealen “Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar görmezler.” buyurulmaktadır.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ilk olarak yirmi beş yaşında Hazreti Hatice validemizle evlendi. Kırk yaşında ve dul idi. Fakat malı, güzelliği, aklı, ilmi, şerefi, nesebi, iffeti ve edebi pek fazla idi. Hazreti Hatice vefat edene kadar yirmi beş sene beraber yaşadılar. O hayatta iken Peygamber efendimiz hiç evlenmedi. Peygamber efendimiz Hazreti Hatice’nin vefatından 5 sene sonra, 55 yaşında iken Hazreti Ebû Bekir’in kızı Ayşe validemizle evlendi. Ölünceye kadar sekiz sene onunla yaşadı. Diğer zevcelerini hep Ayşe validemizden sonra, dinî ve siyasi sebeplerle veya merhamet ve ihsan ederek nikâhlamıştır. Bunların hepsi dul idi. Çoğu yaşlı idi. Peygamber efendimizin oğulları Kasım ve Abdullah ile kızları Zeyneb, Rukayye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma, hep Hazreti Hatice’den doğmuştur. Üçüncü oğlu ve son çocuğu İbrahim, Hazreti Mariye’den doğmuştur. Çocuklarından Hazreti Fatıma dışındakiler Peygamber efendimizden önce, Hazreti Fatıma 5,5 ay sonra vefat etmişlerdir.
HER AN İSMİ ZİKREDİLİYOR
Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” peygamberliğini işiten herkesin, ona iman etmesi lazımdır. İşittikten sonra iman etmeden vefat eden, Cehenneme girecek ve orada sonsuz olarak azap çekecektir. Onun peygamber olduğuna inanmamak, onun büyüklüğünü, üstünlüğünü anlamamak, onun kıymetini, şerefini azaltmaz. Allahü Teâlâ İnşirâh suresinin dördüncü ayetinde “Senin zikrini yükseltmedik mi?” buyuruyor. Nitekim yeryüzünde bir derece batıya gidildiğinde namaz vakitleri dört dakika sonra başladığı için, dünyanın her yerindeki Müslümanlar, her günün her dakikasında ezan okumakta, onun mübarek ismi her yerde her an, saygı ve sevgi ile söylenmektedir.
İSLAMİYET ÖNCEKİ BÜTÜN DİNLERİ KALDIRMIŞTIR
Onun dininin gönderilmesi ile bütün diğer semavi kitaplar ve dinler yürürlükten kaldırılmıştır. Bu kitaplar zaten, daha önce insanlar tarafından tahrif edilmiş, bozulmuş idi. Nitekim bugün aslı üzere Tevrat ve İncil yoktur. Olsa bile, hükümleri yürürlükten kaldırılmış olduğundan geçerli değildir. Onun gönderilmesi ile peygamberlik son buldu. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Onun dine davetinden başka diğer davetler kabul olunmaz. Zira İslam dini onun gelmesi ile ve o hayatta iken kemâle erdirilmiştir. Nitekim, Mâide suresinin üçüncü ayetinde mealen “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” buyurulması bu hususu bildirmektedir.
Bir kimse, her işinde, Resûlullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” dinini kabul etmezse mümin olmaz. Onu kendi canından çok sevmezse, imanı tamam olmaz. Bütün insanların peygamberi olduğundan her asırda yaşayan, her milletin ona uyması lazımdır. Her müminin, onun dinine yardım etmesi, onun ahlakı ile huylanması, onun mübarek ismini çok söylemesi, ismini söylediğinde ve işittiğinde saygı ve sevgi ile salât ü selâm getirmesi, mübarek cemalini görmeye âşık olması, onun getirdiği Kur’ân-ı Kerîm’i ve İslamiyet’i sevmesi ve hürmet etmesi lazımdır. Ona inanmak, onu sevmek, bütün saadetlerin, rahatlıkların, iyiliklerin başıdır. Onun peygamber olduğuna inanmamak ise bütün felaketlerin, sıkıntıların ve kötülüklerin başıdır.
Kıymetli okuyucularımın kandilini candan tebrik eder, habibi Muhammed “aleyhisselam”ın yüzü suyu hürmetine hayırlar getirmesini Yüce Mevla’dan niyaz ederim.
Bu makale, 28 Kasım 2017 tarihli Yeni Çağrı Gazetesi'nde yayınlanmıştır.