KUDÜS-İ ŞERİF: İLK KIBLEMİZ, KIRMIZI ÇİZGİMİZ (6.1.2018 Türkiye)
Hayatı gerçekten çok yoğun yaşıyoruz. Son yarım asırda hem ülkemizde hem de dünyada ne olaylara şahit olduk. Osmanlı Devleti’nden sonra güçlü bir hami devletimiz olmamasından dolayı Batı’nın her fırsatta dinimize bühtanda bulunması karşısında Müslümanlar olarak hüzünlendik. Ancak son zamanlarda, başlangıçta şer gibi gördüğümüz bazı olayları, Cenabı Hakk’ın hayra çevirdiğine sıkça şahit olmaktayız. Hatırlayalım, 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminde, 250 şehidimiz ve binlerce yaralımız oldu. Çok üzüldük. Karargâhını ABD’de kurmuş bir hainin, neredeyse devletimizi ele geçirmek üzere olduğunu görünce şaşkına döndük. Ama sonuçta, devletin ordusuna, polisine, yargısına ve diğer kurumlarına sızmış hainler böylece gün yüzüne çıkarılmış oldu. Ayrıca devlet bu vesileyle ordusuna, polisine, yargısına, yüksek öğretim kurumlarına velhasıl bütün önemli organlarına ayar verdi. Bir daha böyle bir hadisenin başımıza gelmemesi için gerekli tedbirleri aldı. Yani şer gibi görünen bir olaydan sayısız hayırlar çıktı.
TRUMP’TAN SKANDAL AÇIKLAMA
Gelin son günlerin sıcak gündemi olan Kudüs meselesine de bu açıdan bakalım. Malumunuz 6 Aralık 2017 günü ABD Başkanı Trump, Kudüs'ü resmen İsrail'in başkenti olarak tanıdıkları ve Tel Aviv'deki büyükelçiliklerini Kudüs'e taşıyacakları şeklinde skandal bir açıklamaya imza attı. ABD’nin dünya barışına hizmet eden değil tam aksine dünyanın huzurunu kaçıran, her yerde savaş ve karışıklık çıkaran bir devlet haline geldiğini bir defa daha ispatladı. Kendi devletinin de altında imzası olan, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin 1980 yılında İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhak ederek başkent ilan etmesini geçersiz sayan 478 sayılı kararına aykırı davrandı. ABD’nin “Güçlü olan, haksız da olsa haklıdır” zorbalığını cümle âleme bir defa daha gösterdi.
TÜRKİYE DÜNYAYI AYAĞA KALDIRDI
Başkan Trump’ın son derece sorumsuzca aldığı, dünya barışının altına dinamit koyan bu kararı sonrasında, başta Türkiye olmak üzere bütün dünyadan yoğun tepkiler geldi. Pek çok yerde kararı protesto eden yürüyüşler, toplantılar tertip edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kararın, uluslararası hukuku çiğnemenin yanında medeniyetimize de indirilmiş ağır bir darbe olduğunu belirterek İsrail’in bir işgal ve terör devleti olduğunu vurguladı. Erdoğan ayrıca İslam İşbirliği Teşkilatını, Olağanüstü toplantı için İstanbul'a davet etti. 13 Aralık 2017 günü toplanan zirveye, 56 üye ülkeden 49 temsilci katıldı.
Toplantı sonunda yayınlanan İstanbul Deklarasyonu’nda, ABD Yönetimi’nin Kudüs’ün statüsüne ilişkin hukuk dışı açıklaması reddedildi. Bu açıklamanın gerek vicdan gerek hukuk gerek tarih önünde hükümsüz olduğu ilan edildi. Ayrıca Filistin Devleti’nin tanındığı teyit edilerek tüm dünya, Doğu Kudüs’ü Filistin Devleti’nin işgal altındaki başkenti olarak tanımaya davet edildi.
ABD BM’DE NAKAVT OLDU
ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararından vazgeçmesi çağrısı önce BM Güvenlik Konseyine taşındı. 18 Aralık 2107 günü yapılan oylamada 5 daimî üye ve 10 geçici üyeden ABD dışındaki 14 üye tasarıyı kabul etti. Ancak ABD veto hakkını kullandı. Konu bu defa BM Genel Kuruluna götürüldü. BM Genel Kurulunun 21 Aralık 2017 günkü birleşiminde tarihî bir gün yaşandı. ABD’nin üye ülkeleri açıkça tehdit etmesine rağmen tasarıyı 128 ülke kabul ederken; 9 ülke ret, 35 ülke de çekimser oy kullandı. ABD ve İsrail ile birlikte tasarıya karşı çıkan ülkeler de adı sanı duyulmamış Guatemala, Honduras, Togo, Mikronezya, Nauru, Palau ve Marshall Adaları gibi devletçiklerdi. ABD ve İsrail bütün dünyanın bu sert yumruğu ile nakavt olmuş olmanın acısını derinden hissettiler.
KUDÜS NEDEN ÖNEMLİ?
Kudüs-i Şerif’in biz Müslümanların gönlünde çok ayrı bir yeri vardır. Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’nın ilk kıblemiz olmasının yanı sıra, Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü Miraç hadisesinin başlangıç noktası da Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesiyle bu bereketli, mübarek beldededir.
Hazreti Ömer, Peygamber efendimizin Şam ve civarındaki şehirlerin fethedileceği müjdesinin kendi devrinde vuku bulmasını çok arzu ediyordu. Ebû Ubeyde bin Cerrah hazretlerini Şam ordularının başkumandanı yaptı ve Bizans İmparatoru Heraklius’un ordularına karşı bölgeye gönderdi. Şam, Gazze, Nablus ve Yafa şehirleri ele geçirildi. Rum ordusunu dağıtan Amr bin Âs Kudüs’ün teslim edilmesi için haber gönderdi. Kudüs’ün ileri gelenleri, Halife’nin bizzat gelip ahd ü eman vermesi hâlinde beldeyi teslim edeceklerini bildirdiler. Hazreti Ömer 638 yılında Medine’den Kudüs’e geldi. Şehri teslim alarak Peygamber efendimizin Miraç’ta üzerine basarak göklere yükseldiği Sahratullah’ı buldurdu. Yahudiler tarafından çöplük haline getirilen sahrayı kendi elleriyle süpürüp eteğinde toprak taşıyarak temizledi.
İSLAM DEVLETLERİ HEP HİZMET ETTİLER
Kudüs Emevîlerden sonra Abbâsîler, Tolunoğulları, İhşîdîler, Fatımîler, Selçuklular, Zengîler, Eyyûbîler, Memlûklüler ve nihayet Osmanlıların hâkimiyetinde 1200 sene süreyle hep Müslümanlarda kaldı. Arada sadece 1099’da Haçlı işgaliyle elden çıktığı ve Selahaddin-i Eyyûbî tarafından 1187 senesinde tekrar fethedilene kadar süren 88 senelik bir kesinti vardır.
Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır Seferi’nde, 1516 yılı sonunda Memlûklülerden alınan Kudüs tam 401 sene Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Bu dört asır, her dinden insanın refah ve huzur içinde yaşadığı mutlu bir dönem olmuştur. Osmanlılarca her zaman saygı gösterilen bu belde gerekli bütçe ayrılarak hep imar edilmiştir.
OSMANLI GİTTİ, HUZUR BİTTİ
Kudüs Osmanlı’nın son dönemlerinde, doğrudan Dahiliye Nezaretine bağlı müstakil bir sancak olarak merkezden tayin edilen bir Kudüs-i Şerif mutasarrıfı tarafından idare edilmiştir. 17.100 kilometrekare yüzölçümüne sahipti. 1917 yılında Osmanlı’nın son Kudüs idarecileri, mutasarrıf İzzet Bey, kadı Ali Kemal Efendi, Hanefî müftüsü Mehmed Kâmil Efendi, Şafiî müftüsü Şeyh Mehmed Tahir Efendi, Yafa kaymakamı İrfan Bey ve Gazze kaymakamı Muin Bey’dir.
Osmanlılar Kudüs’ten çıkıp 11 Aralık 1917’de İngilizler girince, 1200 senelik bu mübarek İslam beldesindeki dört asırlık Osmanlı huzur dönemi de sona erdi.
İNGİLİZ’İN OYUNU
1917'de İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Siyonist lider Baron Edmond de Rothschild’e yazdığı mektupta, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulmasını İngiltere’nin destekleyeceğini bildirdi. Bu deklarasyona güvenen Yahudiler Filistin topraklarına süratle yerleşmeye başladılar. 1922 yılında Filistin’deki Yahudi nüfusu 83 binden 467 bine çıktı. 1947 yılına gelindiğinde bölgeyi elinde tutan İngiltere, Filistin toprakları üzerindeki çatışmaları sonlandırmak için BM’ye müracaatta bulundu. Kurulan Filistin Özel Komisyonu, Filistin’in en verimli kısımlarını oluşturan %55’lik kısmını Yahudilere, geri kalan verimsiz toprakları ve çölleri ise Araplara bırakan bir plan teklif etti. Bu arada İngiltere BM'deki oylamayı beklemeden 15 Mayıs 1948'de Filistin manda idaresinin sona ereceğini deklare etti. Bunun hemen akabinde, 14 Mayıs 1948’de Yahudiler İsrail devletinin kurulduğunu ilan ettiler.
Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak’ın giriştiği savaşta, batılı devletlerin desteğini alan İsrail’e karşı başarı sağlayamadılar. İsrail savaş sonrasında Filistin’deki toprağını %55’ten %78’e çıkardı. 1956 ve özellikle 1967’deki Arap-İsrail savaşı felaketle sonuçlandı. Mısır’ın elinde bulunan Gazze ve Sina Yarımadası da İsrail’in eline geçti. 7 Haziran 1967 günü İsrail askerleri Kudüs’e girdi. Böylece 1917 yılında Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmış olan Kudüs 50 yıl sonra Yahudilerin eline geçmiş oldu.
Bu makale, 6 Ocak 2018 tarihli Türkiye Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/genis-aci-fikir-ve-tartisma/600048.aspx