SULTANIM ÖZÜR DİLERİZ (11.2.2006 www.haberkusagi.com)

Yazdır

Bir karanlık gecenin daha sonuna gelinmişti. İstanbul semalarında sabah ezanları yankılanmaya başlamıştı. Beylerbeyi Sarayı’nın arka tarafına bakan bu kuytu odanın seyre değer bir manzarası olduğu söylenemezdi. Hem gecenin bu vakti ne görülebilirdi ki? Ama o beş yıldır bakmakta olduğu avluya aşinaydı. Çiçekler bakımsız, çınarların dalları çıplak ve ıslak olmalıydı.

 

Ceddinin özelliklerini barındıran çehresinde, çetin geçen yılların yorgunluğu hemen fark ediliyordu. Gür sakalı artık bembeyazdı. Zorlu yıllar belini bükmüş, göz çukurlarını derinleştirmiş, elmacık kemiklerini daha da belirginleştirmişti. Fatih’in torunu olduğunun ispatı kavisli burnu, iri, elâ gözleri, açık ve yüksek alnı, geniş omuzları ile hâlâ heybetliydi.

 

Genç adam Sultan’ın huzurunda çok heyecanlıydı. Kendisine tatlı, kalın, tesirli erkek sesiyle soru sorduğuna inanamadı.

 

- Siz neredensiniz güzel evlâdım?

 

- Dedem sizin zamanınızda, Selanik vilâyeti, Serez sancağına bağlı Razlık kazasının Babek köyünde doğmuş efendim.

 

- Tahsilliye benziyorsun?

 

- Efendim liseyi, sizin vilâyet merkezlerine yaptırdığınız Sultanîlerden Bursa Erkek Lisesi’nde, üniversiteyi de yine sizin Mekteb-i Şahane-i Hendese-i Mülkiye olarak açtığınız İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okudum. Biliyor musunuz kullandığımız mikroskoplarda tuğranız kazılıydı.

 

- Seni hatırladım. Sık sık ruhuma Fatiha okuyorsun.

 

- Sizi çok üzmüşler efendim, çok acı vermişler. Bizi lütfen affedin.

 

- Biz, bize ihanet edenleri bile bağışladık evlâdım. Sakın düşmanların parlak sözlerine kapılıp benliğinizden olmayın. Onlara aldanmayın.

 

- Olur efendim, peki efendim, baş üstüne efendim! Duanızı bu nankör evlâtlarınızdan esirgemeyiniz efendim! Elinizi öpmeme müsaade eder misiniz efendim?

 

Genç adam sıçrayarak uyandı. Elinde Sultan’ı anlatan bir kitap vardı. Kanepede dalmış her tarafı tutulmuştu. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti ama o abdestini alıp sokağa çıktı. Çemberlitaş’a vardığında el ayak çekilmiş, sokakları dondurucu bir soğuk sarmıştı. Vefatından bu yana şunca yıl geçmesine rağmen yüce sultanın şefkatli nefesini duyar gibiydi. Gibisi fazla, basbayağı duyuyordu işte.

 

Gecenin o saatinde yanından, taksi şoförleri, tinerciler ve mekânsızlar geçti. Hepsi de, türbe önünde hıçkırarak ağlayan gence bakıp dudak büktüler. “Deli mi ne” dediler... “Deli mi ne?”

 

Bu makale, 11 Şubat 2006 tarihinde www.haberkusagi.com sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumunuzu yazın...

    Wednesday the 9th. Telif Hakkı © 2012 http://www.ibrahimpazan.com Her hakkı saklıdır.
    Copyright 2012

    ©