KARA MİZAH (1.3.2006 www.haberkusagi.com)
Geçtiğimiz günlerde, bir gazetenin köşe yazarlarının satırları arasında dolaşırken “kara mizah” denilen kavramın yeni bir örneğiyle karşı karşıya olduğumu düşündüm. Konu Sayın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün “Filistin’in tapuları”yla ilgili beyanlarıydı. Ne demişti Sayın Gül?
"Ben Filistin ile ilgilenmeyeceğim de kim ilgilenecek? İsrail'in, Kudüs'ün, bütün bu coğrafyanın tapuları, arşivleri benim elimde. Daha geçen sene buraların tapularıyla ilgili belgeleri Türk Dışişleri Bakanlığı olarak Filistin'e hediye ettik. Ortadoğu'da bir problem çıksa, çözüm için başvurdukları yer, İstanbul... Arşivler, tapular, haritalar bizim elimizde. Ta Avrupa'nın en uzağından, dünyanın başka köşesinden gelecekler ve onlar ilgilenecekler de ben mi ilgilenmeyeceğim?"
Bunlar gökten zembille inmediğini, şu anda mensubu bulunduğumuz 80 yıllık genç devletimizden hemen önce, dünyaya hükmetmiş 600 küsur yıllık bir imparatorluk geçmişimiz olduğunu bilen “normal” bir vatandaş için hiç de yadırganacak sözler değildi. Aksine gurur duyulması gereken gerçeklerin ifadesiydi…
Ancak her fırsatta geçmişini kötülemeyi bir marifet sayan, bunu yaparken aslında kendisini bitiren, yok eden bir zihniyetin bir mensubu, yukarıdaki ifadelere bakın nasıl tepki göstermişti:
“Çağımızda birkaç yüzyıl öncesinden kalan tapularla iş yapmanın, sonuç elde etmenin mümkün olmadığını Abdullah Gül herhalde bilmiyor. Bu nasıl bir anlayıştır? Bir Dışişleri Bakanı gerçekleri nasıl olur da böylesine laf oyunlarıyla çarpıtmaya kalkışır? O tapular artık geçerli değil! Onların hükmü kalmadı.”
Sözünü ettiğim gazetenin bu tip çıkışlarıyla malum köşe yazarının bu ifadelerine şaşmamak elde mi? Daha da ilginci aynı gazetenin diğer iki köşe yazarının, hem de aynı gün tam tersi fikirleri işlemesine ne demeli? Onlar yazılarında bu “tapu” meselesini enine boyuna irdelemişler ve arkadaşlarının yukarıdaki beyanlarını tekzip işini kendi “köşe komşularına” kendileri yapmışlardı.
Aynı gazetenin köşe yazarları arasındaki bu “kara mizah”ı böylece aktardıktan sonra biraz da şu “geçmişini karalama ve kötüleme” hastalığından bahsedelim. Yeni bir devlet kurulurken eskiyle ilgili bir takım amacını aşmış haksız beyanların ve uygulamaların kendi içinde bir mantığı bulunabilir. Ancak bu “uygulamalar” eski devlet ile yeni kurulanın temas ettiği zaman dilimi için geçerli olabilir. Hiç 6 asırlık bir imparatorluk geçmişinin toptan yok sayılması, her fırsatta karalanması, kötülenmesi gibi bir anlayış olabilir mi?
Bu gerçeği, yine eski Dışişleri Bakanlarımızdan, ancak şimdiki meslektaşıyla aynı dünya görüşünü paylaşmayan birinin, hem de kitabına yazdığı ifadeleriyle açalım:
Dışişleri eski Bakanı İsmail Cem, “Yeni Yüzyılda Türkiye” adlı kitabında “Türkiye Cumhuriyeti'nin geleneksel, yerleşik dış siyasetinin ülkenin Osmanlı geçmişine hürmetsizlik ettiğini” belirtmekte ve “onun coğrafyasından kendini soyutlamasını” yadırgamaktadır.
Evet, Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış ve yerine genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak Osmanlıyı yıkanlar, Cumhuriyeti kuranlar değildir. Batılı ülkelerdir. Yeni devletimizin kurulduğu coğrafya Osmanlının doğduğu ve serpildiği ilk topraklardır. Kurucuları da yine Osmanlının yönetiminde görevli asker ve bürokratlardır. Bunu böylece kabul edip geçmişimize toptancı bir zihniyetle “hürmetsizlik” etmemelidir.
Gelecek yazımızda İsmail Cem’in fark ettiği bu gerçeği çok daha çarpıcı şekilde ortaya koyan, Osmanlı bakiyesi topraklarda hüküm süren devlet yöneticilerinin ifadelerine yer vereceğiz.
Bu makale, 1 Mart 2006 tarihinde www.haberkusagi.com internet sitesinde yayınlanmıştır.