GEÇMİŞE HÜRMETSİZLİK (5.3.2006 www.haberkusagi.com)
Önceki yazımızı özetlersek, Türkiye Cumhuriyeti devleti, 80 yıl önce birdenbire ortaya çıkmamıştır. Öncesinde 600 küsur yıllık bir imparatorluk geçmişi vardır. Osmanlıyı yıkanlar, Batılı ülkelerdir. Cumhuriyeti kuranlar değildir. Yeni devletimizin kurulduğu coğrafya Osmanlının doğduğu ve serpildiği ilk topraklar, kurucuları da Osmanlının yönetiminde görevli asker ve bürokratlardır. Bunu böylece kabul edip geçmişimize toptancı bir zihniyetle “hürmetsizlik” etmemelidir.
Ayrıca geçmişimizle ilgili utanacağımız, yüzümüzü kızartacak tek uygulama yoktur. Aksine yönettiğimiz geniş imparatorluk topraklarındaki insanları asırlarca, din, dil ve ırk ayırımı yapmadan rahat ve huzur içinde yaşatmışızdır. Binlerce kilometre ötedeki Müslüman Açe’ye Osmanlının şefkatli yardım eli nasıl ulaşmışsa, İspanya’dan kovulan Yahudilere de aynı şekilde kucak açılmıştır.
Biz ecdadımızın hepimize miras bıraktığı, asırlar ötesinden süzülüp gelen ve ister istemez üzerimize sinen, uzun imparatorluk geçmişimizle ilgili vakar, heybet ve saygınlığı, dolaştığımız Ortadoğu ülkelerinde bizzat yaşadık. Bulunduğumuz topluluklarda, asırlar süren o eski mutlu günlerin hatırına, insanların gözlerindeki o hürmet ifadesini hep hissettik.
Gel gör ki bazı hazımsız kişilikler şanlı tarihimize mirasçı olmayı reddetmektedirler. Onlara göre eskiye ait her şey kötüdür. Padişahlar kötüdür, sadrazamlar kötüdür, şeyhülislâmlar kötüdür. “Bu kadar olumsuzluk içinde bu devlet 600 küsur yıl nasıl devam etti?” diye sorulduğunda cevabını veremese de o, düşmanlarımızın arayıp da bulamadığı bir şom ağızlılığı sürdürür de sürdürür.
Kendi geçmişini yok sayan bazı yerli densizler için hâl böyleyken, Osmanlı bakiyesi topraklarda bugün hüküm süren bazı devletlerin yöneticileri bakın Osmanlıya nasıl bir gözle bakmaktadır.
2001 Martında Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Uluslararası Ortadoğu Komisyonu üyesi olarak İsrail’e gitmişti. İsrail eski Başbakanı Ehud Barak, Demirel’le görüşmesi sırasında, bölgedeki güvenlik meselesinden yakınırken, Kudüs’ün Osmanlı dönemindeki yönetiminden bir örnek vermişti. Barak; “Osmanlı döneminde tek pırpırlı bir Onbaşı, 20 kişilik askeri gücüyle burayı huzur içinde yönetiyordu. İstanbul’dan gelen talimatları uygulayan Onbaşı, otur deyince oturuluyor, kalk deyince kalkılıyordu. Osmanlı Onbaşısı o zaman, şimdi bölgede içinden çıkılamayan işlerin üstesinden rahatlıkla geliyordu.” demişti.
Yine Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 2005 Nisanında Cezayir’i ziyaretinde değişik bir Osmanlı özlemiyle karşılaşmıştı. Gül'e sarayında yemek veren Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika, güçlü ve hoşgörülü Osmanlı anlayışını yeniden diriltmeyi teklif etmiş, "Cezayir'i herhangi bir ülke gibi görmeyin. Hiçbir dönemde Osmanlı'ya kötü bakmadık. Onun bir parçasıydık. Osmanlı bizi kurtarmıştı. Gelmenizi istedik, gitmenizi istemedik. Hoşgörülü Osmanlı anlayışını birlikte yeniden canlandırıp Osmanlı Milletler Topluluğu’nu kuramaz mıyız?" demişti.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak şartlanmış, at gözlüğü taktığı için dünyada olup bitenleri hep tersinden değerlendiren kafaları ıslah etmek o kadar da kolay değildir.
Düşünün bir kere, hiç akıllı bir kimse, sadece maddî açıdan bile bakarak Osmanlının bu “itibar” mirasının avantajını kullanmaz mı?
Kullanmaz!
Ne zaman?
“Din” denilince tüyleri diken diken olan bir kişilik, kendi kafasında “din” ile, özellikle de İslâm ile özdeşleştirdiği için, maddî çıkarlarını da gözden çıkararak koca Osmanlıyı yok saymakta, bütün geçmişini bir kalemde toptan inkâr etmekte bir an bile tereddüt etmez.
Bu makale, 5 Mart 2006 tarihinde www.haberkusagi.com internet sitesinde yayınlanmıştır.