MÜMİNİN İKİ KANADI (30.4.2019 Yeni Çağrı)
Kıymetli okuyucularım, son makalemden sonraki iki hafta içinde dünya ve ülke gündemini meşgul eden hadiseleri hepiniz biliyorsunuz: Paris’teki 850 yıllık Notre Dame Katedrali’ndeki yangın, Binali Yıldırım’ın “İstanbul seçimleri murdar oldu.” diyerek siyaset literatürüne yeni bir tabir eklemesi, rahmetli Turgut Özal’ın 26. vefat yıl önümü, İstanbul İl Seçim Kurulunun Ekrem İmamoğlu’na mazbatayı vermesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 82 milyona birlik çağrısı yaparak “Kızgın demiri soğutma vakti…” demesi, Birleşik Arap Emirlikleri istihbaratı adına çalışan Filistin uyruklu iki ajanın İstanbul’da yakalanması, Çukurca’daki üs bölgesinde çıkan çatışmada 4 askerimizin teröristlerce şehit edilmesi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ankara’nın Çubuk ilçesindeki şehit cenazesine katılması ve seçimde HDP ile örtülü ittifak yaptığı gerekçesiyle bir grup tarafından protesto edilerek yumruklu saldırıya uğraması, Sri Lanka'da Paskalya ayini sırasında üç kilise ile bazı otellerde gerçekleştirilen sekiz bombalı saldırı sonucunda, aralarında iki Türk mühendisin de bulunduğu 359 kişinin ölmesi, İstanbul Küçükçekmece’de beş yaşındaki çocuğun cinsel istismara uğraması, İstanbul Havaalanı’nda uçağı rötar yapan kadının yer hizmetleri görevlisi bir bayana hakaret etmesi ve daha pek çok olay.
Bunların herhangi birini bugünkü makalemde işleyebilirdim. Ancak bunun yerine, Ramazan-ı Şerif ayına erişmek üzere olduğumuz şu mübarek günlerin manevi iklimine çok daha fazla yakışacağı düşüncesiyle, ikamet ettiğim sitenin mescidinde, Mehmed Said Arvas Hocaefendi’nin geçtiğimiz Pazar öğle namazından sonra verdiği vaazı sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.
SEYYİD MEHMED SAİD ARVAS HOCAEFENDİ KİMDİR?
Peygamber Efendimizin torunu Hazreti Hüseyin’in “radıyallahü anh” soyundan geldiği yani seyyid oldukları, Osmanlılar zamanında Irak’taki Şer’î Mahkeme defterlerindeki kayıtlarla da sabit Arvas ailesinden olan Mehmed Said Arvas Hocaefendi 1942 Van doğumludur. Peygamber efendimizin 48. göbekten torunudur. Lise tahsilinin üzerine 10 sene medrese tahsili görmüş ve 30 sene Diyanet bünyesinde Van’da imamlık yapmıştır.
Babası Mehmed Reşid Arvas, büyük âlim ve velî Seyyid Fehim Arvasî hazretlerinin oğullarından Hasan Medenî Efendi’nin oğludur. Hasan Medenî Efendi Van müftüsü iken 1948 yılında Hicaz’a hicret ederek Medine-i Münevvere’ye yerleşti. 20 yıl Peygamber efendimize komşu olarak yaşadı. Peygamber efendimizin mübarek kabrinin üzerindeki yeşil kubbenin gölgesi, ikamet ettiği evin üzerine düşerdi. 1968 yılı Berat Gecesi vefat ederek Cennetü’l-Bakî Kabristanı’na defnedildi. Mezarı Hazreti Osman efendimizin kabrine yakın bir yerdedir.
Babası 3 yaşındayken vefat eden Mehmed Said Arvas Hocaefendi’nin muhterem anneleri merhume Seyyide Hicret Hanım da yine Seyyid Fehim Arvasî hazretlerinin diğer bir oğlu olan Nizameddin Efendi’nin kızı idi.
Şimdi Mehmed Said Hocaefendi’nin, her Müslüman’ın ebedi saadete erişmesi için sahip olması gereken iki kanadı açıkladığı vaazına dönelim:
HAVF VE RECÂ
Bir kuş tek kanatla nasıl uçamıyorsa bir müminin de iki kanadı olması lazım ki a'lâ-yı illiyyîne (Cennette en yüksek dereceye, Cenabı Hakk’ın indinde en iyilerin derecesine), ebedi saadete uçabilsin. Bu iki kanat ki bunlara havf ve recâ diyorlar, ümitli olacak, Cenabı Hakk’ın rahmetinden ümidi kesmeyecek, çünkü o “Erhamü’r-râhimîn”dir (merhametlilerin en merhametlisi). Ama azabından da emin olmayacak, çünkü “… lâ yu’azzibü azâbehû ehad.” onun kadar hiç kimse azap veremez (Fecr sûresi, 25. âyet-i kerîme). Nasıl ki rahmeti nihayetsiz yani sonsuzdur, azabı da öyledir. Onun için müminin bu iki hususu unutmaması lazımdır.
Peygamberimiz “aleyhi's-salâtü ve's-selâm” buyuruyor, “Ben Rabbimden hepinizden çok korkuyorum.” Hâlbuki o “rahmeten li’l-âlemîn” (âlemlere rahmet) olarak gelmişti. “Eşref-i mahlûkât” yani yaratılmışların en şereflisiydi. Buna rağmen Cenabı Hak’tan en çok korkan oydu. Cenabı Hak’tan âlimler de çok korkar. Nitekim âyet-i kerîmede öyle buyuruluyor, “… innemâ yahşallâhe min ibâdihi’l-ulemâü …” (Fâtır sûresi, 28. âyet-i kerîme), kulları arasında Cenabı Hak’tan gerçek manada âlimler korkar. Çünkü Cenabı Hakk’ı hakkıyla biliyor, tanıyor. Onun için ondan korkuyor.
NELERDEN KORKMALIYIZ?
Peki biz nelerden korkacağız? Birincisi tövbemizin kabul olmadığından korkacağız. Tövbenin şartları yerine gelirse kabul olunur. Cenabı Hak bütün günahları affeder. Yeter ki şartları yerine gelsin. Şartları, günahlarından nefret edecek, yaptıklarına pişman olacak, bir daha yapmamaya azmedecek. Şartları bu, ama bu sözle olmaz. Gerçek manada pişman olmak lazım, gerçek manada bir daha işlememeye azmetmek lazım.
İnsanoğlu her şeyin en güzelini ister kendine. En güzel evde oturmak, en güzel arabaya binmek, en güzel elbiseyi giymek vesaire. Ölümün de güzelini seçmek lazım. Güzel ölmek lazım. Ama diyeceksiniz ki ölüm elbise gibi, ev gibi değil ki seçelim, iyisini alalım. Onu nasıl elde edeceğiz? Güzel yaşamakla… “En-nâsü yemûtü alâ mâ âşe aleyh", insan nasıl yaşarsa öyle ölür, “ve yüb’asü alâ mâ mâte aleyh.”, nasıl da öldüyse öyle haşrolunur (Hadîs-i şerîf, Müslim, Cennet 83). Son nefesi nasılsa onunla haşrolunur. Ölümün güzeli böyle seçilir.
Sekerât-i mevt hâli uykuya benzetilmiş. İnsan çok değer verdiği, çok meşgul olduğu, çok sevdiği şeyleri rüyasında görüyor. Mesela bir talebe bizden daha fazla rüyasında okul görür, imtihan görür, defter görür, kalem görür. Bir tüccar bizden daha fazla rüyasında para görür, alışveriş görür. Neyle meşgul oluyorsa daha çok onu rüyasında görür. Sekerât-i mevt hâli de öyledir. O gelir gözünün önüne. Onunla ruhunu teslim eder. Eğer Rabbimizi unutmazsak, ona itaat edersek güzel bir şekilde ölürüz. Yoksa çok sıkıntılı olur. Ölümü düşünmeyen, ölüme hazırlıklı olmayan adam Rabbini unutmuş demektir. Âyet-i kerîmede onlar hakkında şöyle buyuruluyor, “… nesullâhe …” insanların çoğu Allahü teâlâyı unuttular. Ceza olarak onlara ne verdi Rabbimiz? “… fe ensâhüm enfüsehüm …” (Haşr sûresi, 19. âyet-i kerîme). Onlara da kendilerini unutturdu. Ben nereye gidiyorum, akıbetim ne olacak, bundan sonraki hayatım hangisidir, nasıl yapsam rahat ederim, onları unutturdu Cenabı Hak. Çünkü onlar Rablerini unuttular.
TUHAF BİR VARLIK: İNSANOĞLU
İnsanoğlu çok garip bir varlıktır. Bırakıp gideceği yere bu kadar önem verir. Gidip kalacağı muhakkak olan yeri de ihmal eder. Herkes biliyor ki bu dünya baki değil. Kimseye kalıcı değil. Gelen gidiyor. Giden gelmiyor. Biz de gideceğiz. Milyonda bir adam ölmeyecek olsa idi belki o biz olabiliriz diye ümitlenebilirdik. Ama değil milyon, milyarda bir bile kalmıyor. Bunu düşünmek lazım. Her geçen gün bizi kabre bir adım daha yaklaştırıyor. İnsanoğlu servetinin artmasına seviniyor. Bugün bu kadar kâr ettim, bu kadar servetim var, bu kadar kazandım, diyor. Ama ömrünün azaldığına üzülmüyor. Ömrümden bir gün daha geçti, kabre biraz daha yaklaştım diyerek üzülmüyor.
Son nefeste imansız gitmekten korkacağız ki bu çok tehlikelidir. Hele bu zamanda. Kalp gözü açık olan zatların buyurdukları gibi her gün binlerce insan ölüyor ama imanla gidenlerin sayısı çok azdır. Allah muhafaza etsin. Çok tehlikeli bir zamandayız. Rabbimize itaat edeceğiz, ölümü düşüneceğiz. Hazreti Osman “radıyallahü anh” kabir ziyaretlerinde çok ağlıyordu. Tanısın tanımasın, herhangi bir kabri ziyaretinde çok gözyaşı döküyordu. O kadar ağlıyordu ki mübarek sakalları ıslanıyordu. Dediler ki efendim niçin bu kadar çok ağlıyorsunuz? Buyurdu ki “Ben Peygamberimiz “aleyhi's-salâtü ve's-selâm”dan duydum, kabir insanların ilk hesaba çekileceği yerdir. Eğer insan orda sıkıntı çekmezse, hesabını verebildiyse diğerleri kolay geçer. Orda sıkıntı çekerse diğerleri de zorlaşır. Bunu duyduğum için ağlıyorum.”
Hasen-i Basrî ve Ömer bin Abdülaziz “rahimehümallah” hazretleri de çok ağlıyorlardı. Sanki ateş yalnız onlar için var, Cehennem onlar için yaratılmış. O kadar ağlıyorlardı. Bizim de hâlimiz ağlamamız lazım.
ÜMİTSİZ OLMAYACAĞIZ
Tabi bu korkunun bizi ümitsizliğe de sevk etmemesi lazım. Rabbimiz hadîs-i kudsîde buyuruyor, “Ben hiçbir kuluma iki korkuyu birden vermem. Dünyada benden korkuyorsa ahirette onu korkutmam. Hiçbirine de iki emniyeti, ümidi vermem. Dünyada benden korkmuyorsa, emniyet içindeyse ahirette ona o saadeti vermem.”
Hazreti Ali “radıyallahü anh” zamanında bir adam çok ümitsizdi. Ne olacak benim hâlim, perişan oldum diyerek üzülüyor, ağlıyordu. Hazreti Ali soruyor “Niye bu kadar çok ağlıyor, üzülüyorsun?” Benim günahım çok, diyor. “Senin günahın ne kadar çok olursa olsun Rabbinin rahmeti daha çoktur. Yeter ki sen ona iltica et, ona güven.” buyurduysa da adam, “Benim günahım affedilecek gibi değil, çok fazladır.” deyince Hazreti Ali efendimiz “Ne kadar çok da olsa Cenabı Hakk’ın rahmeti kadar çok değil.” buyuruyor.
BEN ÖLÜRSEM NEREYE GİDERİM?
Bir adam bir gün Peygamberimiz “aleyhi's-salâtü ve's-selâm”a gelir. A’rabî bir zat, yani köylü, adab-ı muaşeretten uzak biri. “Ben Ramazan-ı şeriften fazla oruç tutamam. Bir ay oruç tutarım. Fazlaya gücüm yetmez. Beş vakit namazdan da fazla kılamam. Zengin de değilim, zekât ve hac bana farz değil. Ben ölürsem nereye giderim?” diyor. Peygamber efendimiz, Cennete gidersin buyuruyor, çünkü farzları yapıyorsun. Adam “Ama seninle beraber olmak istiyorum Cennette.” diyor. Peygamberimiz tebessüm ederek “Benimle beraber olmak için gözünü iki şeyden muhafaza etmen lazım: Bir harama bakmaktan, iki insanları küçük görmekten. Kalbini iki şeyden muhafaza edeceksin: Biri hasetten, kıskanmaktan, diğeri Müslümanlara kin gütmekten. Dilini de iki şeyden muhafaza edeceksin: Yalandan ve gıybetten. O zaman benimle beraber olursun.” buyuruyorlar.
Yine bedevi zatlardan bir tanesi Peygamberimiz “aleyhi's-salâtü ve's-selâm”a şöyle bir soru soruyor ki bunlar bizim için büyük müjdelerdir. Diyor ki “Kıyamet günü insanların hesabını kim görecek?” Peygamberimiz, “Rabbimiz görecek.” buyuruyor. “Rabbimiz kendisi mi görecek insanların hesabını, yoksa gördürecek mi, meleklerine mi gördürecek o hesabı?” diye devam ediyor sorularına. Peygamberimiz, “Kendisi bizzat görecek.” buyuruyor. O a’rabî zat tebessüm ediyor. Peygamberimiz, “Niye güldün?” buyurunca, “Kerîmler, cömertler hesap sorarken müsamahakâr olur. Onun için hoşuma gitti.” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Peygamberimiz efendimiz, “Evet Cenabı Hak “ekremü’l ekremîn” yani cömertlerin en cömerdidir. A’rabî haklıdır. En çok merhamet Rabbimizden gelir bize.” buyuruyor.
Abdullah bin Mübarek hazretleri “rahimehullah” buyuruyor, “Kıyamet günü deseler ki bana senin hesabını annen veya baban görsün mü? Hayır, derim, görmesin, Rabbim görsün. Çünkü Rabbim onlardan daha merhametlidir.” Biz de Rabbimize itaat edelim, günahlardan sakınalım, mübarek günlerdeyiz, mübarek ay geliyor, tövbe istiğfar edelim, inşallah akıbetimiz hayır olur. Cenabı Hak cümlemize hayırlı ömür ve hayırlı ölüm nasip etsin.
Vaaz burada tamamlandı. Mübarek Ramazan-ı Şerif ayınızı şimdiden tebrik ederim.
Bu makale, 30 Nisan 2019 tarihli Yeni Çağrı gazetesinde yayınlanmıştır.