ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI KAPIDA MI? (24.9.2019 Yeni Çağrı)
Kıymetli okuyucularım, bu yazımı geçtiğimiz günlerde ülke gündemini meşgul eden hadiselerden hiç olmazsa birine ayırmayı aklımdan geçirmiştim. Ancak çok defa yaptığım gibi bu düşüncemden yine vazgeçtim.
Milletvekili olmadığı hâlde dışişleri bakanı yapılan, sonrasında başbakanlık verilerek 7 sene bu görevleri yürüten Ahmet Davutoğlu’nun, eski partisinin bir üyesi kalmaya devam ederek yeni parti kurmaya kalkışması üzerine partisinin Merkez Yönetim Kurulu tarafından ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edilince bu defa kendisinin istifa etmesini mi işleseydim?
Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı yardımcısı ile birlikte devletimizi bir yılı aşkın süredir idare eden 16 bakandan biri olan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün, hem de iktidara yakın köşe yazarlarıyla polemiğe girip “Daha düne kadar Fetöcülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar, bugün çıkıp da Fetö mücadelesi dersi vermeye kalkmasınlar.” gibi keskin ifadeler kullanmasını mı ele alsaydım?
Yoksa İstanbul merkezli olmalarına rağmen ülke çapında çok büyük taraftar topluluklarına sahip futbol takımlarımızı yönetenlerin, ağızlarından çıkan sözlere çok ama çok dikkat etmeleri gerekirken ülkeyi germe konusunda siyasetçilerle yarışa girmelerine mi değinseydim?
Görüyorsunuz irdelenecek konu çok. Ama ben bütün bu kısır çekişmeleri bir yana bırakıp izninizle dünya gündeminden daha ciddi bir konuyu seçeceğim.
ARAMCO PETROL TESİSLERİNE HAVA SALDIRISI
Malumunuz Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’a 160 kilometre mesafedeki Hurays ve 370 kilometre mesafedeki Bikayk’ta yer alan Aramco’ya ait petrol tesislerine 14 Eylül 2019 günü sabaha karşı yerel saatle 04:00 sularında, 18 silahlı insansız hava aracı ve 7 seyir füzesi ile bir saldırı gerçekleşti. Can kaybının olmadığı saldırı sonucunda tesislerde yangın çıktı ve maddi hasar meydana geldi. Saldırıyı Yemen’deki Huşiler üstlense de Suudi Arabistan yetkilileri hiç tereddütsüz bu işte İran’ın parmağı olduğunu iddia ettiler. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ise daha ortada derinlemesine yapılmış hiçbir araştırma olmadığı hâlde İran’ı işaret ederek bunun bir savaş sebebi olduğunu söyledi.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ise ABD ya da Suudi Arabistan'ın ülkelerine karşı girişeceği bir saldırının "topyekûn bir savaş" başlatacağına dikkat çekerek
“Ülkemizi savunma konusunda çok ciddi bir açıklama yapıyorum. Savaş istemiyoruz. Bir askerî çatışmaya girmek istemiyoruz. Bir yalana, bir aldatmacaya dayanarak askeri çatışmaya girilmesi çok korkunç bir şey. Çok büyük kayıplar verilir. Ama gözümüzü kırpmadan ülkemizi savunuruz.” şeklinde konuştu.
Dünya kamuoyunun, ABD’nin bir cihan devleti olarak dünya barışına hizmet eden değil tam aksine dünyanın huzurunu kaçıran, her yerde savaş ve karışıklık çıkaran bir devlet haline geldiğini endişeyle izlediği günümüzde, Suudi Arabistan Krallığı’nın tabir yerindeyse gaza gelip ilk ikisine rahmet okutacak üçüncü bir dünya savaşına sebep olmamalarını umuyoruz.
DÜNYA BARIŞINI TEHDİT EDEN CİHAN DEVLETİ
Ne yazık ki Amerikan halkının değil ama Amerikan yönetiminin, devletlerinin mali ve askerî bakımdan rakipsiz üstünlüğüne güvenerek dünya barışını tarihinde hiç olmadığı kadar tehdit ettiği günleri yaşamaktayız. ABD, barış, özgürlük ve demokrasi getireceği iddiasıyla bugüne kadar girdiği her yeri ne yazık ki kan gölüne çevirdi. Çünkü asıl amaç, öne çıkardıkları barış, özgürlük ve demokrasi değil ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak sömürmekti. Bu süfli emelleri uğruna özellikle Asya ve Orta Doğu’daki Müslüman coğrafyasında, milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının yaralanmasına yol açtı.
Bu kadar kötü bir sicile sahipken Amerikan derin devletinin üçüncü bir dünya savaşına sebep olmayacağını hiç kimse iddia edemez. Bence gözünü kırpmadan yapar. Nasıl olsa böyle bir savaşta öleceklerin kahir ekseriyeti Müslüman coğrafyadan olacaktır.
Daha önce de yazmıştım. Alman siyasetçi, gazeteci ve yazar Jürgen Todenhöfer ne diyordu:
“Biz kendimizi bir yalan içine yerleştirmişiz. Bu yalan şu: İyi olan, asil olan, yardımsever olan bizleriz. Gerçek bu değil. İnanıyorum ki biz Batılılar, dünyayı fikirlerimizin, değerlerimizin ve dinimizin mükemmelliğiyle fethetmedik. Yalnızca ve yalnızca başkalarından daha acımasızca zor kullandık.
Daha ciddi olmam gerekirse, Haçlı Seferlerinde 4 milyon kişiyi öldürenler Müslümanlar değildi. Dünyayı sömürgeleştirirken 50 milyon insanın ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. I. ve II. Dünya Savaşı’nda 70 milyon insanın ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. 6 milyon Yahudi'nin ölümüne sebep olanlar da Müslümanlar değildi. Aksine bütün bunlar Batı dünyasının zorbalıklarıydı. Bunu bu şekilde idrak etmemiz lazım.”
ABD NEREYE BARIŞ VE HUZUR GETİRDİ?
Kendi dindaşları gerçekleri olduğu gibi kabul edip böyle söylerken iki yıl önce bu günlerde Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî Hizmetleri Genel Başkanı ve Kâbe İmamı Dr. Abdurrahman b. Abdülaziz es-Südeys, bir konferansa katılmak üzere gittiği New York’ta gazetecilere şu beyanatı vermişti:
“Bugün Suudi Arabistan ve Amerika Birleşik Devletleri dünyanın iki etkili kutbudur. Allah’a hamdolsun ki dünyayı ve insanlığı, barış, istikrar ve refah limanlarına yönlendiriyorlar. Bu iki ülke, terörle mücadele etmek, güvenliği ve uluslararası barışı sağlamak için birlikte hareket etmeye devam etmelidir. Allah Kral Selman b. Abdülaziz’i ve Başkan Trump’ın bu hayırlı çalışmalarında yardımcısı olsun.”
Büyük tepki toplayan bu açıklama karşısında insanlar sosyal medyada, “Neredeki barış? Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen’deki mi? Cezayir, Mısır ve Türkiye’deki darbelere destek vererek mi barış sağlanıyor?” yollu mesajlar yayınladılar.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINA NASIL GİRDİK?
Sözü, bölgemizde tekrar depreşen bu gerilimin üçüncü bir dünya savaşının kıvılcımı olması ihtimaline getirirsek Allah korusun çıkacak böyle bir savaştan çok az ülke yakasını kurtarabilir. Bölge ülkeleri ve bölgeye komşu ülkeler bir şekilde mutlaka kendini savaşın içinde bulur. Savaş ise yıkım demektir, kan demektir, ölüm demektir, göç demektir.
İran’ın üzerine yıkılmak istenen Aramco saldırısı bana Birinci Dünya Savaşı’na girişimizi hatırlattı. Aslında Osmanlı Devleti bu savaşta tarafsız kaldığını ilan etmişti. Ama gelin görün ki Batı’nın bir oyunuyla kendimizi savaşın içinde buluvermiştik.
Pek çok tarihçiye göre Osmanlı Devleti’nin bu savaşa girmesi için güçlü bir sebep yoktu. Ne yazık ki bu kadim ve koca devlet, o zaman iktidarda olan İttihat ve Terakki üyesi genç ve ihtiraslı devlet adamlarının, dünya gerçeklerine uymayan emellerinin kurbanı oldu. Onlar da Almanya ile birlikte “dünyanın etkili iki kutbu olmak” hayaliyle devleti bir an evvel Almanya’nın yanında savaşa sokmak istiyorlardı.
Nihayet 2 Ağustos 1914’te, Sadrazam Said Halim Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Bey ve Meclis-i Mebusan Reisi Halil Bey ile Alman İmparatoru II. Wilhelm’i temsilen Büyükelçi Baron Hans von Wangenheim’ın katıldığı toplantı sonucunda, Sadrazam’ın Yeniköy’deki yalısında, gizli bir Alman-Osmanlı İttifak Antlaşması yapıldı. Münderecatından Padişah’ın ve hatta diğer kabine arkadaşlarının bile haberi yoktu. Nitekim antlaşma ancak 2 ay sonra 4 Ekim 1914’te kabine üyelerine imzalatıldı. İttihatçılar’ın elinde bir kukla durumunda bulunan Padişah Sultan Reşad’ın ise herhangi bir şekilde itiraz etmesi söz konusu değildi.
OSMANLI DEVLETİ ZORLA SAVAŞA SOKULUYOR
11 Ağustos’ta İngiliz takibinden kaçan Goeben ve Breslau isimli Alman zırhlılarının Çanakkale Boğazı’ndan girmesine Enver Paşa tarafından izin verildi. O sırada tarafsız kaldığını bildiren Osmanlı Devleti’nin, bu savaş gemilerinin bir an önce sularımızı terk etmelerini istemesi veya gemileri silahlarından arındırması gerekirken bunların hiçbiri yapılmamıştı. Aksine bu gemiler Almanlardan satın alınmış gibi gösterilerek Yavuz ve Midilli isimleri verilmiş, gemilere Osmanlı bayrağı çekilmiş, Alman personele de fes giydirilmişti.
Tam o sırada Osmanlı Donanma komutanlığına tayin edilen Alman amirali Wilhelm Souchon bu gemilerin de dâhil olduğu 11 parçalık donanmayla Karadeniz’e açıldı. İnkâr etseler de Enver ve Cemal Paşalar ile Talat Bey’in bilgisi dâhilinde ve yine Padişah’ın ve kabinenin haberi olmadan 29 Ekim 1914 günü Rus donanmasına ve sahillerine ateş açılmak suretiyle devlet fiilen harbe sokuldu. Böylece koca imparatorluk, rahmetli Turgut Özal’ın tabiriyle “basiretsiz ve muhteris devlet adamlarının elinde bozuk para gibi harcanacağı” bir sürece girmiş oldu.
Şimdi şu sorular akla geliyor? İran’ın sorumlu tutulduğu Aramco saldırısında kullanılan silahlı insansız hava araçlarını ve seyir füzelerini gerçekte kim gönderdi? ABD’den yıllardan beri milyarlarca dolarlık taarruz ve savunma silahı satın alan Suudi Arabistan, bu en stratejik petrol tesislerini nasıl koruyamadı?
Müslümanların, ABD ve Batı’nın daha fazla oyununa gelmemesi ve fitne ateşinden muhafaza olması hepimizin ortak temennisidir.
Bu makale, 24 Eylül 2019 tarihli Yeni Çağrı gazetesinde yayınlanmıştır.