CUMARTESİ YAZILARI (23.2.2002)
BENİ DE...
Selanik’ten ayrılmadan önce kısa bir şehir turu yapan otobüsümüz, şehrin ana caddelerinde ağır ağır ilerliyordu. Heybetli bir yapının önünden geçiyorduk. Aracın hoparlöründen, konukları yer yer bilgilendiren rehberin sesi tekrar duyuldu:
- Solda Sultan İkinci Abdülhamid’in tahttan indirildikten sonra hapsedildiği ve 3,5 yıl kaldığı Alatini Köşkü. Şu anda Vilayet Konağı olarak kullanılıyor.
Arka koltukta oturan, babası eski milletvekili, orta yaşın üstünde gazeteci bayan, şuh bir kahkaha attı:
- Böyle köşke beni de hapsetsinler vallahi...
Kulaklarımın işitme talihsizliğini yaşadığı bu sözler karşısında beynim adeta zonkladı. İfadesi belki kitaplar tutacak karmaşık düşünceler, zihnimde şimşek hızıyla uçuştular. Yanında oturan, babası eski başbakan, ondan daha yaşlı diğer gazeteci, cevabı yapıştırdı:
- Sen de Sultan Abdülhamit ol, seni de böyle bir köşke koysunlar!
DELİ
Topkapı Sarayı'nın uzantısı sahil saraylardan, Sepetçiler Kasrı'ndaki Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü İstanbul İl Müdürlüğüne gitmiştim. İkinci katta, işimizin yürütüleceği bürodaki iki bayan görevli, bu saray odasında hem çalışıyorlar hem de pencereden içeriye dolan deniz havasının keyfini çıkarıyorlardı.
İşimiz yapılırken, bir saray odasında görev yaptıklarını bir daha hatırlatmak amacıyla ağzımı açacak oldum:
- Burası Kemankeş Ahmet Ağaya ait...
Bayanlardan biri, daha sözüm bitmeden atıldı:
- Deli İbrahim zamanında yapılmış...
Diğeri tamamladı:
- Sepetçiler Kasrı, Deli İbrahim yaptırmış...
Sesimi kestim. Beynim yine zonklamaya başladı.
Yanlış hatırlamıştım, doğru. Burasını, bir ara Mirialem Kemankeş Ahmet Ağaya ait olan, hemen bitişikteki diğer sahil saray, Yalı Köşkü ile karıştırmıştım. Ahmet Ağa, Kanuni Sultan Süleyman Hanın, Barbaros Hayreddin Paşadan önceki kapdanı deryası idi. 1970'li yıllarda Denizcilik İşletmesinin Karaköy'deki kontrol merkezinde bulunan dürbünle bu saraylara bakmıştım. Hatta İsmail Mahnoli Bey bu yapılar hakkında bilgi vermiş, Barbaros ile ilgili olarak kapdanı derya ile sultan arasında geçen bir anekdotu bana anlatmıştı.
Sahip olunan sığ bilgilerle ecdadın horlanmasına bir defa daha şahit olmuştum işte. Bu millet mi Fatih'in torunu bu cihan padişahına sahip çıkacak, dedesinin kıyamete kadar cami kalmasını vasiyet ve vakfettiği Ayasofya Camii'ndeki türbesine "vaftizhane" denmesine karşı duracaktı...
DELİ !... DELİ...
Ülkenin en eski ve büyük futbol takımlarından biri kendi sahasında maça çıkıyordu. Trübünler her zamanki gibi hınca hınç doluydu. Maç öncesi, seyirciler tempo tutarak nerdeyse aşık oldukları yıldız futbolcuları bir bir tribünlere çağırıyordu.
Sıra Anadolu'dan kopup geldiği kara yağız çehresinden belli, yıldız futbolcuya gelmişti. Tribünler coşmuştu. Yer gök inliyordu:
- Deeli İbrahim!... Deeli İbrahim!...
Genç futbolcu, tribünlere koşarak yaklaştı. Taraftarın kendisinden beklediği bilinen hareketleri yaparak onları daha da coşturdu. Artık herkes memnundu...
Bu manzarayı ekrandan izleyen bir çift göz buğulandı, yürek yine yaralandı...
Bu makale, 23 Şubat 2002 tarihinde http://groups.yahoo.com/group/BIZIMCC adresindeki BizimCC mesajlaşma grubunda yayınlanmıştır.