“HİÇ”İN BÖLÜŞÜMÜ (18.2.2002 www.iha.com.tr)
İlgi çekici ve farklı konular bularak, sürekli yazmanın zor olacağını baştan beri biliyordum. Bu sebepledir ki, gazetelerdeki köşe yazarlarının, bazen neredeyse içi boş yazılar yazmaları karşısında bugüne kadar fazla tenkitçi bir tavır sergilemedim. Kendimi onların yerine koyup, durumlarını hep anlayışla karşılamışımdır. Şimdi onların yaptığını, amatörce ben de deniyorum ve çektikleri sıkıntının bir benzerini yaşıyorum. 3 aylık deneme sürecinin bana öğrettiği şey, sürekli yazma konusunda yaşanan zorlukları en aza indiren en etkili çarenin, çok gezmek ve çok görmek olduğudur. Nitekim, Aralık 2001’deki 1 haftalık Pakistan gezisi bize 3 haftalık malzeme sağlamıştı. Mevcut görevimize ek olarak ve de ofisimizden hiç dışarı çıkmadan, bu yazma işinin zor olacağı bir gerçek. Bizim köşemize mahsus diğer bir zorluk, alanın son derece dar olmasıdır. Dinî konular yok, siyaset yok, spor yok. Buna karşılık, yazının muhakkak teknik bir yanı olacak ve İhlas Haber Ajansı’ndan bahsedilecek. Derdimizi sizlerle böylece paylaştıktan sonra, bu haftaki yazıyı nasıl kotaracağımıza bir bakalım.
Hafta sonu, üniversite sınavına hazırlanan oğlumun devam ettiği dershanede veli toplantısı vardı. Girişte dağıttıkları bültende yer alan faydalı yazılardan birinde şöyle bir ifadeye rastladım:
“Eğer sizler evliliği seçtiyseniz mutluluğu da orada aramalısınız. Ancak eşinizi hiç olarak görüyorsanız, siz de o hiçin bir parçasısınız demektir.”
Ne anlama geldiği biraz derinlemesine düşünüldüğünde, insana yaşadıklarının muhasebesini bir çırpıda yaptıran ve sonucu tokat gibi suratına çarpan bir söz...
Gerçekte, hayatımızın önemli bir bölümünün geçtiği iki tane mekân var: Her sabah geldiğimiz işimiz, her akşam gittiğimiz evimiz. Yukarıdaki söz evimiz ile ilgili davranış biçimini, matematiksel olarak belirliyor. Anne, baba ve çocuklardan oluşan bu sosyal toplulukta bireylerin payına düşen değer, birbirlerine bakış açısının niteliğiyle ortaya çıkıyor. Anne veya baba, eşine ve çocuklarına bir “hiç” gözüyle bakıyorsa, kendisi de bu “hiç”in bir parçası olduğuna göre, onun da bir “hiç” olduğu anlaşılır.
Bugün dünyada yaşayan 6 milyar civarında insan arasında, ailenizden başka sizin var olduğunuzun farkına varıldığı ikinci sosyal topluluk işinizdir. İş yerinin en başındaki kişi, herhangi bir birimin yöneticisi veya sadece çalışan olabilirsiniz. Şirketinizin oluşturduğu sosyal değerden aldığınız payı, ona bakış açınız belirler. Maiyetinizde çalışanları “hiç” olarak görüyorsanız, sizin payınıza ne düşer dersiniz? Kocaman bir “hiç”... Çalıştığınız iş yerine içten içe “hiç” gözüyle bakıyorsanız, sizin bir “canlı” olarak “Bu dünyada ben de varım!” dediğiniz bu ikinci önemli sosyal oluşumdan alacağınız, sizin de içinde bulunduğu “hiç”ten payınıza düşen bölümdür.
O halde ortalama 70 yıl yaşayacağımız bu dünyada, ileri süreceğimiz “Ben de varım!” iddiası, ancak ve ancak içinde bulunduğumuz sosyal toplulukların, özellikle de aile ve iş yerinin, en önce gözümüzdeki değeri ile bir anlam kazanır. Bu birinci şart yerine getirildikten sonra, maddesel değerlenme kendiliğinden oluşacaktır.
Kendimizin de içinde bulunduğu bir oluşumun değerinin “hiç” olması durumunda, bizim payımıza düşenin de “hiç” olacağı matematiksel yaklaşımı, bütün taraflar için geçerlidir. Bir şirket, çalışanlarına değer verdiği sürece “hiç”likten kurtulur. Nitekim Çiçero, “Ayrı ayrı bakınca değer vermediğimiz kimselere bir araya geldikleri zaman değer vermekten daha büyük budalalık olur mu?” demiştir.
Şimdi, aynı veya başka birimdeki bir iş arkadaşımıza, yöneticimize veya herhangi bir çalışanımıza olumsuz bir yaklaşım sergileyerek onu kafamızda “hiç”e yaklaştıracak bir teşebbüste bulunmanın ne anlama geldiğini bir düşünelim. Bize ekmek vermenin ötesinde, bir insan olarak bizim için “Var!” dedirten şirketimizi ve dolayısıyla kendimizi “Yok!”a doğru yaklaştırmak, akıllıca bir davranış olmasa gerek...
Bu makale, 18 Şubat 2002 tarihinde www.iha.com.tr internet sitesinde yayınlanmıştır.